Adams Aebler daha önce Mifunes’s Last Song ve Open Hearts gibi dogma filmleri de çeken, yönetmen Anders Thomas Jensen’in 2005 yılında Danimarka’nın Oscar Adayı olan filmi. Filmin geçtiği mekan ise, eski monarşilerden olan Danimarka’nın eski ve küçük bir kilisesi. Adam, hapisten yeni çıkmış bir neo-nazidir ve toplum hizmeti için bu eski kiliseye, papaz Ivan’ın yanına gelir. Yahudi Soykırımı zamanında Avrupa’da, Almanya’nın sözünü geçiremediği ender ülkelerden biridir Danimarka. İşgal sırasında ülke halkı başta Kral Christian olmak üzere, Yahudilere yardım etmiş ve SS subaylarına da Yahudileri öldürmenin kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bu telkinler mucizevi bir şekilde işe yaramış ve bu ülkeye sevk edilen Naziler, merkezden gelen emirleri uygulamayı reddetmiştir. Adam karakterinin, eski bir neo-nazi olarak gösterilmesi, hem kilisenin telkindeki gücü hem de işgal sırasında etkin bir şekilde Nazi karşıtı olan bir ülkede, neo-nazi olmanın getirdiği ağır toplumsal izolasyonu anlatması bakımından önem taşıyor.
Adam, geldiği bu küçük kilisede birbirinden dengesiz ve acayip insanlarla tanışır. Burada yaşayanların farklı bir gerçeklik anlayışları vardır. Papaz Ivan, Adam’dan kendisine bir amaç edinmesini ister. Adam’da elmalı pasta yapmak istediğini belirtir. Böylece bahçedeki elma ağacı Adam’ın gözetimine bırakılır. Bir süre sonra ağaç, kargalar ve böcekler tarafından istila edilir. Ivan geçmişinde yaşadığı kötü olaylardan sonra, her şeyi şeytanın sınaması olarak gördüğü için bu olayı da şeytanın kendilerini sınadığı şeklinde yorumlar. Filmde ağaç aslında, inancı simgeleyen bir metafordur. Ne zaman inançları sarsılmaya başlasa insanların, ağaç yeni bir saldırıya uğrar.
Filmin esas teması ise, Hz. İsa’nın “Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin” sözü üzerinden, ne kadar kötü olayla karşılaşsak da Tanrı’ya inancımızı kaybetmemiz gerektiği… Bu tema verilirken ise, fazlaca felsefenin derin sularına girilmeden derdini anlatmaya çalışıyor. Her şey neden-sonuç ilişkisiyle aktarılıyor. Bu sayede iyi/kötü diye kalıplaşmış bir yargıya hemen varılmaması gerektiği vurgusu yapılıyor. Bu anlayış, bazen papaz Ivan’da olduğu gibi aşırı uçlara çekilerek, her şeyin olumlu yönünü görmeye doğru gidiyor.
Onun hikayesi de aslında filmde de vurgusu yapılan, Job’un hikayesiyle benzerlikler gösteriyor. Hikayeye göre, Tanrı önce Job’un sığırını öldürür, sonra yedi devesini ve on çocuğunu. Daha sonra her şeyi elinden alınan Job, cüzzam olur. Ivan’da karısını kaybetmiştir, çocuğu da “özürlü” doğmuştur. Ama bütün bunlardan bile olumlu bir yan çıkarıp, şeytanın kendisini sınadığını düşünür.
Festen, Arven, Brodre ve son olarak Allegro’da melankolik bir piyanist rolünde izlediğimiz Ulrich Thomsen, filmde aksi ve sert Adam rolünü çok iyi canlandırmış. Az sayıdaki oyuncusundan oldukça iyi bir performans alan yönetmen Jensen, hem eğlenceli hem de düşündürücü bir film yapmış. Düşündürürken de, bunu büyük sözler söylemekten kaçınarak, sade bir anlatımla, bahsettiği konuyu eğlenceli öğelerle süsleyerek aktarmaya çalışmış. Ortaya oldukça ilginç ve enteresan bir hikayeye sahip, komik bir film çıkmış.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com
merhabalar<br /><br />Son zamanlarda izlediğim çok keyifli ve zevk aldığım film herkeze tavsiye ediyorum.<br /><br />Hatta evde işte herkeze :)<br /><br />iyi seyirler