Attilio de Giovanni, Üniversite’de hocalık yapan, iki kız genç kız babası bir şairdir. Mütemadiyen uykularınla hep aynı rüyayı görmektedir. Çatısız, derme çatma bir harabenin içinde, şık giyimli insanlar, orkestranın çaldığı müzikler eşliğinde içkilerini yudumlamaktadırlar. Bir anda Attilio kendini bu şaşaanın içinde don atlet bir vaziyette bulur. Şaşkın bakışlarla ilerlerken karşısında duran Rahip’i görür ve yanına gider. Tam bu anda dünyalar güzeli bir bayan, üstünde taşıdığı sade gelinliğinin verdiği tüm ihtişamla Attilio’nun yanına doğru gelmektedir. Şaşkınlıkla hayranlığın elele yürüdüğü ince çizgide Attilio, karşısında duran “Rüyalarının kadını”nın kendisi için dudaklarından döktüğü âşk sözcükleri karşısında şaşkına döner.
Attilio de Giovanni, Üniversite’de hocalık yapan, iki kız genç kız babası bir şairdir. Mütemadiyen uykularınla hep aynı rüyayı görmektedir. Çatısız, derme çatma bir harabenin içinde, şık giyimli insanlar, orkestranın çaldığı müzikler eşliğinde içkilerini yudumlamaktadırlar. Bir anda Attilio kendini bu şaşaanın içinde don atlet bir vaziyette bulur. Şaşkın bakışlarla ilerlerken karşısında duran Rahip’i görür ve yanına gider. Tam bu anda dünyalar güzeli bir bayan, üstünde taşıdığı sade gelinliğinin verdiği tüm ihtişamla Attilio’nun yanına doğru gelmektedir. Şaşkınlıkla hayranlığın elele yürüdüğü ince çizgide Attilio, karşısında duran “Rüyalarının kadını”nın kendisi için dudaklarından döktüğü âşk sözcükleri karşısında şaşkına döner.
Hayatın rutininde eski arkadaşı Irak’lı yazar Fuad’ın söyleşisine giden Attilio, hiç ummadığı bir sürprizle karşılaşır. Her gece rüyalarını süsleyen kadın tam karşısında durmaktadır. Yapmadık şey bırakmamasına karşın hiçbir şekilde kendini bu güzel kadına, Vittoria’ya kabul ettiremez. Bir gece ansızın telefonun acı acı çalması üzerine yatağından kalkan Attilio, karşısında Iraklı şair dostu Fuad’ın sesini duyar. Fuad’ın söyleyecekleri hiç de Attilio’nun duymak isteyeceği cinsten değildir. Rüyalarının kadını Vittoria, son biyografi kitabı için, inceleme yapma amacıyla gittiği Irak’ta bir patlama sonucu bilincini kaybetmiş, hastanede yatmaktadır.
Ve bu andan itibaren büyük serüven başlar…
Roberto Benigni, Oscar ödülüne uzandığı başyapıtı La vita e Bella (Life is Beatiful)’dan sonra beyaz perdeye 2002’de Pinocchio filmiyle geri dönmüştü. ancak beklenti çıtasını La vita e bella ile çok yükseklere koyan Benigni, Pinocchio ile beklenen başarıyı sağlayamamıştı. Ancak 2005 yılında vizyona giren La Tigre E La Neve (The Tiger and The Snow) ile sinemaseverleri fazlasıyla ihyâ etti. Her zaman olduğu gibi Dünya görüşünü hiçbir şekilde esirgemeyen yönetmen, bu filmde de savaşın mânasızlığını, savaş saçmalığı içinde bir insanın en doğal, en insanî duygularını, hezeyanlarını, âşklarını, öfkelerini, çaresizliklerini izleyicinin yüzüne tokat gibi çarpmaktadır. Irak savaşının kâlplerde açtığı derin ve silinmez yaraları, savaşın gerekliliğini savunan bazı aklıevvellerin beynine kazımıştır.
Filmde arka planda bu göndermeler varken önplanda ise bir âşkın, bir sevginin insana neler yaptırabileceğini anlatıyor yönetmenimiz. Şüphesiz ki böylesine bir oyunculuk sergilemek her babayiğidin harcı değildir. Benigni de biraz olsun işini kolaylaştırmak için hem La Vita e Bella filminden de rol arkadaşı olan hem de gerçek hayattaki eşi olan Nicoletta Braschi ile kamera karşısına geçmiş.
Filmin sürprizlerle ve insanın boğazına yumru yumru oturttuğu dizelerle dolu olan işleyişi dururken, size âşk hakkında Benigni’den daha fazla ve daha başarılı bir şeyler söylemem olası değil maalesef. Ancak size filmde de geçen ve en etkileyici hikâyelerden birinden bahsetmek istiyorum.
Al-Giumeili gençken bir kıza âşık olur. Ölesiye sevmektedir onu. Nihayetinde âşkı gerçeğe döner ve evlenir bu kızla. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Al-Giumeili bir savaştayken, canından çok sevdiği karısının çiçek hastalığı geçirdiğini ve yüzünde iyileşmeyecek yaralar oluştuğunu öğrenir. Bu haberden sonra Al-Giumeili, evine haber yollar ve savaşta gözünden yaralandığını ve bir daha göremeyeceğini söyler. Bundan 12 yıl sonra karısını kaybeder Al-Giumeili. Ve o anda gözlerini açar.
Bu hikâyenin ardından Attilio De Giovanni sorar merakla;
– Ne yani, Al-Giumeili, sırf karısı üzülmesin, kırılmasın diye 12 sene kör taklidi mi yapmış?
Aldığı cevap, üstünde bir ömür boyu düşünmeye yetecek cinstendir;
(Her insan bir uçurumdur. Derinlerine baktıkça başın döner…)
Aydın İşitemiz