Sinemaya savaş döneminden önce komedi filmlerinde oynayarak başlayan, savaştan sonrada Yeni Gerçekçilik akımını büyük kitlelere duyuran filmler çeken Vittorio De Sica, Yeni Gerçekçiliğin şekilsel özellikleri ile kendine has öyküleme yeteneğini birleştirdiği filmleriyle tüm dünyada ismini duyurmayı başarmıştır. Daha çok Bicycle Thief filmiyle tanınmasına rağmen, arkasında birçok önemli film bırakmıştır.
Yönetmenin babasına ithaf ettiği Umberto D. ise, onun için özel bir film olduğu gibi Yeni Gerçekçilik akımının da son filmi olur. Filmde yaşlı Umberto Domenico’nun savaş sonrası İtalya’da yaşadığı hüzünlü öyküyü anlatır. Yeni Gerçekçiliğin beyni olarak kabul edilen, Yeni Gerçekçi akımın içinde yer alan filmlerin senaryo yazarı Cesare Zavattini’nin elinden çıkan senaryo, V.De Sica’nın kişisel deneyimleriyle şekillenmiştir. Filmdeki Umberto karakteri aslında babası düşünülerek yazılmıştır. Tıpkı filmdeki karakter gibi babasının ismi de Umberto’dur ve o da bir memurdur. Bu yüzden filmi de babasına ithaf ederek, onunla birlikte tüm Umberto’ların öyküsünü anlatır.
“Tüm ömrümüz boyunca çalıştık, emekli maaşlarımızı arttırın.” “Emeklilere adalet” sloganlarıyla yapılan bir yürüyüşte Umberto Domenico ile tanışırız. Hayatı boyunca çalışmış, savaştan sonra ailesini kaybetmiş, geçinemeyecek duruma gelmiş, köpeği ile birlikte yalnız başına yaşamaya çalışan Umberto D., kendisi gibi olan emeklilerle birlikte en ön saflarda hakkını aramaya çalışır. Ay sonunu zor çıkartan Umberto D., kiraladığı odadan da ev sahibesi tarafından çıkarılmak istenir. 20 yıldır kaldığı izbe yerin kirasını ödeyemeyen Umberto D., kendisine para kazandıracak yeni gelir kapıları arayışı içine girer. Saatini ve kitaplarını satar, para biriktirmek için hastanede bile kalmaya çalışır.
Kaldığı oda aynı zamanda Umberto D.’nin köpeğiyle birlikte yaşamında sahip olduğu tek şeydir. Kaldığı yer sayesinde aidiyet duygusu ve yaşama bağlılığı da pekişir. Savaşla birlikte her şeyini kaybeden Umberto D., tek sahip olduğu şeyde elinden alınınca kendini tamamen kaybolmuş ve yıkılmış hisseder. İşte o zaman savaşın travması ve yaşlılığın ağırlığı üzerine çöküverir. Odasındaki delik gibi içinde de bir boşluk oluşur. Hayatta kalmak için verdiği mücadele de artık Umberto D. de yorgun düşmüştür.
V.De Sica seçtiği sömürüye müsait konularını, sert ve belgeselci bir gerçeklikle birlikte, hümanist ve duyarlı bir bakış açısı getirerek anlatır. Faşizm dönemindeki İtalya’nın aksayan yanlarını kapatan, insanları ucuz komedilerle uyutan filmler yerine V.De Sica’da diğer akıma mensup arkadaşları gibi kamerasını sokaktaki insana yöneltir. Ülkenin sefaletini, eğitimin önemini, bencil ve ikiyüzlü insanları, yaşlıların durumunu, hayvanlara yapılan acımasızlığı tek tek gözler önüne sermekten çekinmez. Gerçek mekanlarda, sıradan diyaloglarla, özel efektlerden yardım almadan ve profesyonel oyuncular kullanmadan hikayesini anlatır. Kullandığı oyuncular aynı zamanda gerçek hayatlarında yaşadıklarını perdede tekrar ederler. Bu da Yeni Gerçekçiliğin önemli bir özelliğidir. Oyuncu seçimleri, oyuncuların gerçek hayatlarına göre belirlenir. Bu sayede oyunculardan ekstra bir şey oynamaları istenmez.
Umberto D.’de V. De Sica yaşlılığı anlattığı gibi, savaş sonrasında oluşan sefalet ortamında karakterlerinden ödün vermeden yaşamak için insanların içine düştüğü ikircikli durumunu da gösterir. Yönetmen, insanların savaş sonrası sefalet ortamında yaşamak için nasıl kişiliklerinden ve insanlıktan feragat ettiklerini, Machiavelli’nin dediği gibi “Amaca giden her yol mübahtır.” sözünü haklı çıkarırcasına hayatta kalmak için kendilerinden başka hiç kimseyi önemsemeyişlerini, ahlaksal ve insani öğeleri geri planda bırakışlarını, duygu sömürüsü yapmadan ve ahlaki bir ders vermeden anlatmayı beceriyor.
Bizzat o dönemdeki İtalya Başbakan’ının “İtalya’nın kirli çamaşırlarını halkın gözü önüne sermekle” suçladığı V.De Sica, bütün eleştirilere ve hor görmelere karşı filmini gerçek hayattan ayrı düşürmez ve dönemin İtalya’sını olduğu gibi resmeder. Bu resimde Umberto D. merkez karakter olsa da kaldığı yerdeki hizmetçi ve kaldığı yerin sahibesi de filmdeki yan karakterler olarak karşımıza çıkar. Hizmetçi kız köyden kente gelmiş, burada iyi kötü bir iş bulmuş, yazmayı çok iyi bilmeyen, karnında taşıdığı çocuğun bile babasından emin olmayan cahil bir karakterdir. Ev sahibesi ise, gaddar ve para kazanmak için her şeyi yapabilecek, aynı zamanda burjuvaların kendilerine ve çevrelerine yabancılaşmışlığını gözler önüne seren bir karakterdedir. Bunun dışında filmde, halktan da birçok sıradan insan profili ekrana yansır. Karamsar bir hikayeyle birlikte karanlık bir İtalya profili çizilse de, yönetmen filmin finalinde köpeğin hayata tutunmaya çalışarak peşinden Umberto D.’yi de sürüklemesiyle geleceğe olan umudunu da kaybetmediğini gösterir.
Savaş sonrası bir ülkede yaşlı olmak ve hayatını sürdürmeye çalışmak üzerine Yeni Gerçekçiliğin son filmi olan Umberto D., kısa süreli de olsa bir döneme damgasını vuran bir akımı yeniden yad etmek ve yaşadığı çağa tanıklık ederek, bunu olabildiğince gerçekçi ve duyarlı bir gözle resmetmeye çalışan Vittorio de Sica gibi yetenekli bir yönetmenin pırıltısını görmek için izlenmeyi ve keşfedilmeyi bekleyen bir sinema hazinesi.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com