Talan edilmiş bir masa, üzerindeki bir demet çiçekle fotoğraf tadında ekranda belirdikten sonra, Spiros (Marcello Mastroianni) arıların yaşam çemberini anlatıyor öncelikle. Kovandan çıkan kraliçe arıyı ve diğerlerinin onu korumak adına içerideki yaşamlarını… Spiros’un kızı bunların ardına hüzünlü bir düğünde evlenip evden gidiyor, arıcı Spiros da hayatındaki tüm değerleri bırakıp kendi içsel yolculuğuna çıkıyor. Toplumdan tamamen soyutlanmış, yalnızlığın doruğundayken hayatına giren otostopçu kız ile birlikte Spiros’un yolculuğu boyut değiştiriyor. Kızla yaşadığı gelgitlerle dolu ilişki ilerledikçe, baştaki düğün sahnesinin, arıların öyküsünün, Spiros’un yer yer ettiği kitap gibi sözlerin anlamı daha billurlaşıyor. Spiros, Angelopoulos’un durağan ve simgesel anlatımıyla oldukça derinleşiyor. Her ne kadar bu yaşlı köylünün yolculuğuna değinilse de, genç kızın adam bakışı, onu kafasında tanrısal bir noktaya oturtuşu da pek çok ince işlenmiş sahnede kendini belli ediyor. Hayatının en durağan anında “ihtiras”ların tek belirleyici olduğu bir yaşama geçiş yapan Spiros, bazen kaçıyor kimi zaman kovalıyor bu ihtiraslarını. Son kertede, film boyu izleyicinin hazırlandığı final çarpıcı bir dille anlatılıyor, ekranı arılar kaplıyor…
Yiğitalp Ertem
yalpertem@gmail.com