Her şeyden evvel filmi beğendim. Evet, bayağı eğreti duran ve yer yer sıkan kısımları mevcut ama yine de kendini izletmesini biliyor. Denizde yüzen ve okyanuslara açılmaya çalışan iki kızın maceraları ile sahilden ağıt yakan bir annenin türküsü arasında gidip gidip geliyor. Bu gel-gitlerin kıyıya vurduğu anlarda artık tel tel dökülmekte olan gemici düğümleri atmaya çalışıyor karakterler arasında.
Önce anlaşılmaz derecede tepkisiz Nina‘yı tanıyoruz. Sorunlu ve sorumsuz bir genç olduğu belli. Utangaç, çekingen, kararsız, birileri sesini duyarsa diye korkan, belki kendi haline bırakılsa görünmez bile olmayı başarabilecek bir kız Nina. Toni ile tanışmaları sırasında görünmezlik yeteneğini de sergilemeyi başarıyor. Öte yandan bir de Toni var. Arsız, küstah, yırtık, damara göre şerbetçi, Robert De Niro‘nun efsane Heat filmindeki bir numaralı prensibini uygulayan bir nankör: “Köşede sıcaklığı hissettiğin anda kaçacaksın.” Sadece sıcaklığı hissettiği anlarda kaçmakla kalmıyor, aynı zamanda o sıcaklığa varış yolunda “Sömürebildiğin kadar sömür” felsefesini de ilke ediniyor.
Filmin öyle bir havası var ki; ekrana bakmayı tercih eden biri izlese iki kızın ve bir yabancı annenin arasında yaşananlar, birinin ötekini paçavra gibi kullanması, annenin ikide bir sayıklamaları, deyip geçebilir. “Eh işte”, klasmanına sokulmaya pek de müsait bir film Gespenster. Bu arada filmin adı Hayalet anlamına gelen Wraith demekmiş. Ama ben o bildiğimiz saydam, kâh korkutucu, kâh şakacı versiyonları olan hayaletler gibi değil de, “Hayal – Et” şeklinde algılamayı tercih ettim. Bencilce ve çocukça bir seçim olabilir, ama böylesi daha hoşuma gitti. Belki de kendi kafamda ördüğüm kılıfa uydurabilmek içindir. Neyse…
Hayalleri var tüm karakterlerimizin. Nina‘nın hayali seçmelerde karşımıza çıkıyor. Gerçeği mi yoksa o an uydurduklarını mı söylüyor, bilemiyoruz. En güzeli de bu zaten. Gerçek mi yoksa yalan mı emin değiliz, ama emin olabileceğimiz bir şey varsa, ağzından çıkanlar onun hayalleri. Aynı şekilde, daldan dala atlayan Toni‘nin de hayalleri var. Kör göze parmak misali belki bize söylenmiyor bunlar, belki de bizim hayaletimize bırakılıyor. Benim gördüğüm, uygun ortamı bulup ondan biraz faydalanmak. Ta ki daha uygununu bulana kadar. Françoise ise seneler önce kendi hatasıyla kaybolan kızını bulmanın peşinde. 3 yaşındayken kaybolan kızının Nina olduğuna inanıyor. Gerçek ya da değil kimin umurunda. Hayalinin peşinden sokakları arşınlıyor kadın. Tüm bunların yanında benim dikkatimi çeken ya da görmek isteyip de kendimi şartladığım bir olay ise, derinine inilen tüm karakterlerin birer parazit gibi gösterilmesi. Nina da dahil. Asalaklar üzerine bir eğitim almadım ama şöyle sınıflandırabilirim; Toni: Kötü Huylu, Nina: İyi Huylu, Françoise: Saf Huylu, Oliver: Sinsi Huylu. Hepsi bir şekilde kendi karnını doyurma, hayallerini bastırma peşinde. Masum ve ezik kız olan Nina‘nın diğerlerinden ayrıldığı nokta aç kalmaya alışık olması ve böyle de yaşayabileceğini öğrenmesi. Nihayetinde onun ne bir anneye, ne bir sevgiliye, ne bir eve, ne bir işe ihtiyacı var. O, bu dünyada oradan buraya atılan fiziksel bir kütle sadece. O, hepimizin bakıp da arkasını görebildiği bir hayalet.
Melih Tumen
Beklemediğim ölçüde yavan geldi bu film bana.