Bir seri katil ve korkunç kaderlerinden kaçamamış onlarca kurban… Margot Beck de, sekiz yıl önce gizemli bir cinayete kurban gitmiş ve yapılan araştırmaların hepsi, bu cinayetin de aynı seri katilin elinden çıktığını göstermektedir. İşlediği bütün cinayetleri itiraf etmesine rağmen katilin, Margot‘u öldürdüğünü hiçbir şekilde kabul etmemesi, ilk etapta bir soru işareti yaratsa da ceset üzerinde yapılan araştırmalar, tereddütsüz katilin o olduğunu söylemektedir. Aradan geçen sekiz yıla rağmen karısının yokluğuna bir türlü alışamayan Alexandre Beck ise Margot‘nun boşluğunu işi ile doldurmaya çalışarak yavan bir hayat sürmektedir. Ama hayatı, yeni cinayetlerle bir kere daha altüst olacaktır. Margot‘nun cesedinin bulunduğu yerin yakınlarında iki ceset daha bulunması ile soruşturma yeniden başlayacak ve Alexandre kendisini gerilim dolu bir kovalamacanın içinde bulacaktır.
Filmde kısa bir rolü de olan genç oyuncu Guillaume Canet‘nin filmi Ne le dis à personne, ilk kez bir Canet filmi izleyen beni şaşırtmadı desem yalan olur. Ustaca çekilmiş sahneler, oyuncu yönetimleri ve şık bir müzik kullanımı hakimiyeti ve daha pekçok özelliğiyle adeta yıllarını bu işe adamış, yaşını başını almış bir yönetmenin elinden çıkmış izlenimi veren olgunluğa sahip. Fakat tüm bu teknik yeterliliklerine rağmen daha önceleri de olduğu gibi karakterlerle aramda kocaman duvarlar örülmüş gibi hissetmeden edemedim. Hiçbiriyle, hatta başroldeki fiziken Dustin Hoffman-İlker İnanoğlu karışımı François Cluzet ile bile yakınlık kuramadım. Zaten böylesi bir polisiyede başrol ile yakınlaşamazsak süreç çok zahmetli bir hal alabiliyor. Ne kadar iyi oyuncu olursa olsun, kendisi başrolü taşıyamadı gibi hissettim. Keza diğer oyunular, ki aralarında gerçekten usta Fransız isimler de mevcut, sadece tamamlayıcı unsurlar olarak gözüktüler. Virajları, sürprizleri fazla keskin olmasa da Harlan Coben romanı gerçekten filme alınmaya değermiş diye düşündürmeyi başarıyor. Bu başarı bence tamamen Canet‘in.. Ne le dis à personne, iki saatimi boşa harcamadığımı düşündüren özelliklerine rağmen, çoğu yerde daha iyilerine Hollywood‘da rastladığımız, ödünç bir elbise giymiş gibi salınıyor sanki..
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com