Thomas Seyr, Paris’te bir emlak mafyasının gelecek vaat eden üyelerindendir. Babasının izinden giderek, tehdit ve yıldırma taktikleriyle istenmeyen kiracıları çıkartıp evleri ucuza kapatır. Thomas’ın, bu “erkek” mesleğinin gölgesinde kalan bir özelliği ise, bir konser piyanisti olan annesinden geçen piyano çalma yeteneğidir. Annesinin ölümünden sonra tuşlara hiç dokunmamış olan Thomas, annesinin eski menajeriyle tesadüfen karşılaşınca, emlakçılık uğruna yüz çevirdiği bu yeteneğinin asıl önceliği olduğunu fark eder.
Vietnamlı bir göçmenden piyano dersleri almaya başlarken bir yandan da, çoğu kez güç kullanarak, kira toplamayı sürdürür. Ortağının karısıyla gizli bir ilişkiye girip piyano dersleri yüzünden emlak işini ihmal edince Thomas’ın hayatı, çelişkilerle dolu bir çalkantıya sürüklenir.
Fransa’nın en prestijli sinema ödülü Cesar’ın galibi, En İyi Film ve En İyi Yönetmen olarak Jacques Audiard’ın da dahil aday olduğu 10 daldan 8’ini kazanan De battre mon coeur s’est arrêté (Kalbim Bir An Durdu) oldu. Yapılan bu ödüllendirme kriterine göre belki de alması gereken en önemli dallardan biri olan En İyi Erkek Oyuncu ödülünü The Last Mitterand filmindeki rolüyle Michel Bouquet’ye kaptırmış.
Neredeyse filmin her karesinde gördüğümüz oyuncu Romain Duris, Thomas karakterinin huzursuz, patlamaya hazır bir bombaya benzer görüntüsünü yansıtmada o denli başarılı ki, filmin akışına kapıldıkça onun ne yapacağı belli olmaz davranışları izleyeni de ister istemez tedirgin hale getirebiliyor. Les Poupées Russes‘daki şeytan tüyünü korumaya da devam ediyor. Piyano çaldığı sahnelerde, bu rahatsız kişiliğe bir de huzur, coşku ve tutku ekleniyor ki, Duris’in kendini rolüne ne denli hazırladığını veya rolü ne derece benimsediğini rahatlıkla idrak edebiliyoruz.
Piyanonun insan ruhuna direk etki eden yapısıyla The Pianist, The Piano Teacher, The Piano, Shine gibi filmlere verdiği ilhamın yanında, savaşların, yasak ilişkilerin, hoşgörüsüzlüklerin, kayboluşların, kapana kısılmışlıkların vurgusunu da en insani şekilde dile getiren enstrumanlardan biri olduğu kesin. İnsanın çevresindeki onca soruna rağmen, piyano benzeri bir olgunun hayatına girmesine izin vermesi çok anlamlıdır. Bu olgu, bir müzik aletinden başka kimi zaman bir spor, kimi zaman müzik ya da danstır. Bu aktiviteler basit bir hobi olmaktan öte bir kimlik ifadesi, bir varoluş mücadelesi, bir kendine güven ve saygı manifestosu gibidirler. Yıpranmış yaşamlara, körelmiş duygulara veya savaşlara karşı alternatif bir hayatın, umudun, sevginin anahtarıdırlar. Tuşlara basan parmaklar, rakibe atılan yumruklar, finişe koşan ayaklar, kanlı, vahşetli acımasız dış dünyadan en güçlü soyutlanma biçimidir. Sorunlu insanların etrafını sardığı, zaten kendisi de sorunlu Thomas’ın, belki de tüm bunlardan kendini izole edebildiği en mahrem anları, piyano çaldığı anlardı. O anlardaki yüz ifadesi ve rahatlığı, bu görünmez gücü iliklerine kadar hissettiğini daha iyi anlatamazdı.
Zaman zaman ağırlaşır gibi görünmesine ve finali üstünde çok fazla durulmamış izlenimi vermesine rağmen kurgusu, senaryosu ve sade rolleriyle De battre mon coeur s’est arrêté, alışıldık klişelerden bir nebze uzak duran, eli yüzü düzgün bir Avrupa sineması örneği..
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com