Her şey bildiğimiz gibi başlıyor. 4 erkek, 3 kız arkadaş, Paskalya tatili için karlarla kaplı ıssız bir dağ kulübesine gidiyorlar. Cep telefonlarının çekmediğini daha filmin başında dile getiriyorlar. Karanlık çökünce kulübede neşeli saatler geçirirlerken tuhaf bir adam onları ziyarete geliyor. II. Dünya Savaşı sırasında o bölgede bulunan acımasız bir nazi birliği hakkında gizemli hikâyesini anlatarak çekip giden adamın ardından kâbus başlıyor. Sinema tarihinin ünlü slasherlarının telaffuz edilmesi, şişman eleman, basit korkutma numaraları, sevişenin ilk önce ölmesi gibi klişe nâmına ne ararsanız var. Uzunca bir süre kendi saçmalığını ciddiye alan sıradan bir slasher şeklinde ilerlerken, zombi nazi askerlerinin ortaya çıkmasıyla hareketlenen son yarım saatle kendi saçmalığını ciddiye almayı bırakıp, o saçmalığın içinde boğulmayı seçiyor. İşte tam o noktada ilginçleşiyor, bir anda eğlenceli ve komik bir kimliğe bürünüyor. Feast serisi ile kardeşlik bağı kuruyor sanki. Oluk oluk kırmızı sıvı harcıyor, beyin, bağırsak, kafa, kol, bacak önüne ne gelirse gözümüze sokuyor. Tüm bunları yaparken kasıtlı olarak komikleşip sahiden güldürmeyi beceriyor. Çeşitli filmlere el salladığı gibi, bir sahnede The Descent’e bile doğrudan gönderme yapıyor. (Belki de ben gönderiyorum!). Askerlerin zombi, kahramanlarımızın da kan makyajları neredeyse kusursuz. Rovdyr, Fritt vilt gibi bunca yıldan sonra adeta Amerikan slasher filmlerini yeniden keşfetme zekâsı geliştiren İskandinav yapımları arasında özellikle son yarım saatiyle farklılık yaratmaya oynayan Norveç yapımı Død snø (Dead Snow), kan banyosu, kopan uzuvlar, zombi gerilimi, Feast komedisi meraklılarının havada karada kaçırmaması gereken bir film. Artık hangisiydi bilemiyorum, filmde ölen zombilerden biri olarak göründüğü not düşülen enteresan insan Tommy Wirkola’nın bu ikinci yönetmenlik denemesiyle Sundance’de epey ilgi çektiğini de belirtelim.
Osman Danacıoğlu
odanac@gmail.com