Nerdeyse platonik aşkın formunu değiştiren karmaşık ama işlevsel kurgusuyla karamsar ve değişken bir seyir sunan “Anna ile 4 Gece” festivalde izlenebilecek en içten filmlerden biriydi. Son derece ağır ilerleyen ilk yarısı bütün ağırlığı taşıyan bazı “parlak” sahneler içerirken ikinci yarısında daha çok yer kaplayan geçmiş zaman bilgileri ve karakterin tutkusundaki artışla hız kazanan bir film üretilmiş. Jerzy Skolimowski’nin 17 yıl aradan sonra çektiği bu filmi büyük obsesyonların ve travmatik deneyimlerin durgunluğunda süzülen bir “film hayaleti”, dışarıdan insanların bakışıyla çok yalnız bir karakter anlattığı için. Başkarakter salt varoluşu yüzünden bile seyirci için bir gerilim unsurudur çünkü film, içine işlemiş bir alt sınıf bilinciyle tüm davranışlarını korku tabanlı gerçekleştiren bir karakteri izlemenin gerekli bir deneyim olduğunu hissettirir. Karakterindeki derinlemesine içsel bir yolculuğu, sessizliğin, hava koşullarının, nesnelerin tüm inceliklerini ve fırsatlarını kullanarak görselleştiren yönetmenin karakterin analizi sırasında kelimelerden çok imgelerden yararlandığını düşündürtecek bir atmosfere sahip film. Krematoryum görevlisi Leon’un hemşire Anna’ya olan pencere röntgenciliğiyle eyleme dönüşen tutkusunu masum olarak nitelemek başlarda gayet kolayken, zaman geçtikçe karmaşıklaşan bir davranışlar seliyle içinden çıkması zor bir hâl alıyor. Bu değişkenlik aslında karakterin doğasından değil yönetmenin seçtiği anlatım biçimi yüzünden var ve seyirciyi dinç tutuyor. Kendi tercihiyle değil bir dayatmayla dinç kalan seyirci -sadece seyredebildiği için- film bittiğinde asıl güçsüz olan kişidir aslında.
Temmuz S. Gürbüz
temmuzsr@gmail.com