Ana sayfa 1980'ler 1984 Un Amour de Swann

Un Amour de Swann

2704
0

Un Amour de Swann


“Şimdi de, artık onu sevmemeye karar verdim, ama yapamıyorum.”

Charles Swann

Bilenler şöyle bilir; “Swann’ın Bir Aşkı” isimli eser, hastalık yüzünden yatağa düşmüş ve yatakta geçirdiği süreyi rüyalara dalmak yerine yazarak değerlendirmiş olan Fransız yazar Marcel Proust (1871-1922)’un “nehir roman” olarak tabir edilen, kelime sayısının çeşitli kaynaklarda yaklaşık bir milyon iki yüz elli bin; sayfa sayısının yaklaşık 3000 ve cilt sayısının yedi olduğu dev roman ın ilk cildinin (Swann’ların Tarafı) bir parçasıdır.

Bu parça, dev romanın içinden çıkarılıp tek başına ele alındığında da; konu bütünlüğü kaybolmadan ve anlaşılma sıkıntısı yaratmadan ayrı bir roman olarak okunabilir özelliği sayesinde “Swann’ın Bir Aşkı” başlığıyla bir ön-roman olarak basılmıştır. Bu ön-roman, aşkın aşığı nasıl esir haline getirdiği, tutkuların insana neler yaptırabileceği, beyinde ansızın beliren en ufak bir kuşkunun nelere yol açacağı gibi ayrıntıların neredeyse bir bilirkişinin elinden çıkmışçasına kusursuz ifadelerle işlendiği; karakterlerin duygu-düşünce sistematiğini, dile son derece hâkim olduğu kuşkusuz bir yazarın – uzunluğundan zaman zaman şikâyet edilen- cümleleriyle okuruna doğrudan geçiren bir eserdir.

Alman yönetmen Volker Schlöndorff (1939-….) ’un beyaz perdeye aktardığı “Swann’ın Bir Aşkı” da yukarıda bahsetmiş olduğum ön-romanın bir uyarlaması olarak karşımıza çıkıyor. Filmin DVD’sinin arka kapağında yönetmenin Oscar ve Altın Palmiye ödüllü ve özellikle roman uyarlamalarıyla tanınmış olduğu bilgisi yazılı.( Schlöndorff Oscar’a ve Altın Palmiye’ye, bir Günter Grass romanı olan “Teneke Trampet” (The Tin Drum,1979) uyarlaması ile layık görülmüştür.)

Her ne kadar edebiyat uyarlamaları konusunda en yetkin isimlerden biri olduğu söylenen Schlöndorff tarafından beyaz perdeye aktarılmış olsa da ve elbette ki, bir yazılı eserin kelimesi kelimesine bir film hâline getirilmesi mümkün olmasa da; bir Marcel Proust eserinin – bir Marcel Proust okuru olarak- filme çekilmesinin hiçbir imkân dâhilinde olmadığını düşünüyorum.

Böyle düşünmemin en belirgin sebebi de, Proust’un olanları aktarmak, kurgulamaktan çok, olanlar karşısında karakterlerin düşündüklerinin, hissettiklerinin açığa çıkmasını hedefleyerek yazıyor olmasıdır. Çoğu kaynak, bu özelliği nedeniyle Proust’u “bilinç akışı tekniği” kullandığı ya da duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı “dışavurumculuk akımı”nı temsil ettiği şeklinde betimlemektedir.

Proust eserlerine has bu iç yolculuk, eserin filme uyarlanması sırasında nasıl bir tekniğin kullanılarak izleyiciye aktarılacağı sorununu beraberinde getiriyor. İç sesten yararlanmak ya da karakteri kendi kendine konuşturmak belki bunu bir ölçüde sağlayabilir – ki bu çabayı filmde göremiyorum- ama bir Proust eserinin uyarlanmasında bu konuda ne kadar çabalarsanız yeterli olmayacak, karakterleri tanımamız ve anlamamız açısından gerekli çoğu ayrıntılar, tıpkı bu filmde olduğu gibi aktarılamadan kalacaktır.

Swann’ın Bir Aşkı filmini iyi oyunculardan, dönemi yansıtan mükemmel kostümler, mekân seçimleri eşliğinde ve kitaptan bire bir uyarlanmış olarak izledim. Hele ki, Odette karakterini (Swann’ın bir aşkı) Ornella Muti’den izlemek benim için başlı başına bir sürpriz oldu. Bu anlamda kolaylıkla -filmin bir uyarlama eser olduğunu, uyarlamanın bir Proust romanından yapıldığını yok sayarsak- iyi kurgulanmış, anlatmak istediğini anlatan, kendini izlettiren bir film olduğunu söyleyebiliriz.

Oysa bir Proust eserinin uyarlaması olarak; konunun tutturulmuş olmasına karşın; karakterlerin, özellikle de Charles Swann’ın -ki, Jeremy Irons canlandırıyor- duygu ve düşünce yapılarının, olay ve durumlar karşısında takındıkları tutumlarının ya da davranışlarının sebep sonuç ilişkilerinin – işte bunları Proust nasıl da ayrıntılı, nasıl da ince işler bilir misiniz?- tamamen havada kaldığını görüyorum.

Bir örnek vermek gerekirse; kitapta Odette’in yorgun olduğunu ve uyuyacağını söylemesi üzerine, yanından erken ayrılan Swann, eve geldiğinde Odette’in kendisini bir başkasını görmek için yanından erken yolladığından şüphelenir ve çıkıp tekrar Odette’in evine gitmeye, penceresinin önünde durup ışığının hâlâ yanıp yanmadığını kontrol etmeye karar verir. Ancak gidip gitmeme konusunda yaşadığı kararsızlık, eğer düşündükleri doğruysa gerçeklerle yüzleşmeye hazır olup olmadığı, Odette’in onu fark ederse hissedeceği “her hareketinin takip edildiği” yönündeki rahatsızlık ve kapana kısılmışlık duygusu, Swann’ın Odette karşısında düşeceği utanılası durum, ona olan aşkının bir anlamda yenilgi sayılacağı vs. gibi ihtimaller uzun uzun anlatılmıştır. Bu ayrıntıların tartışılması sırasında, her biri ince bir zekanın ürünü ve dile hakimiyetin doruğunda olan cümleler okuru ağzı açık, zevkten dört köşe halde bırakmışken; filmde ne görüyoruz?

Swann Odette’in yanından ayrılıyor, evinde huzursuzluğa, kuruntulara kapılıyor ve arabasını hazırlatıp Odette’in evinin bulunduğu yere gidiyor. Bu kadar. Biz elbette ne Swann’ın o sırada kafasında tarttığı ihtimalleri seçebiliyoruz, ne yaşadığı gelgitleri anlıyoruz ne de ışığı açık görür görmez anlık bir cesaretle tıklattığı pencerenin yanlış pencere olduğunu anladığında Odette’ten kuşku duymakla ona etmiş olduğunu düşündüğü haksızlığı hissedebiliyoruz.

Bir Proust okurunu tatmin etmesinin baştan beri mümkün olmadığını düşündüğüm, ancak kayıplarına rağmen iyi kotarılmış gibi duran bu film hakkında tek korkum; kitaba kıyasla oldukça yavanlaşmış bulduğum hissiyatın, hayatında hiç Proust okumamış bir izleyicide yaratacağı “sıkça işlenen bir konusu var” şeklindeki olumsuz etkilerle kitabı okumayı aklından bile geçirmemesine yol açmasıdır.

İşte bu noktada, bazen, kitabı olan bir eserin filme çekilmesinin –öncelikli olarak da, dışavurumcu tarzıyla bilinen Marcel Proust’un kaleme aldıklarının- hem yazarına hem okuruna neredeyse saygısızlık olduğunu düşünüyorum.

İstisnalar elbette olacak.

Güzin Tanyeri
guzintanyeri@gmail.com

https://twitter.com/sakinkofte

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here