Aslında bu bölümü açarken, başlarda sadece sinema kitaplarından ve dergilerinden altını çizdiğimiz yerleri paylaşırız diye düşünüyorduk. Ama sonra bunun sadece sinema kitaplarından yapılan alıntılarla sınırlı kalmamasını; daha geniş bir alana yayılarak Avrupa Sineması’nın bir nevi günlüğü olmasını istedik. Esas amacımızdan da uzaklaşmadan, ayda bir eklenecek “Avrupa Sineması Günlüğü” başlıklı iletilerle bundan böyle sinemanın dışında, okuduğumuz kitaplardan altlarını çizdiğimiz yerleri, dinlediğimiz şarkılardan aklımızda yer edenleri ve keyifle okuduğumuz yazarların eleştiri yazılarından belli bölümleri paylaşacağız.
Antonioni, Truffaut, Fellini, Bergman Sinemasını Anlatıyor
Charles Thomas Samuels / Düzlem Yayınları
François Truffaut yönetmen ve eleştirmen arasındaki ilişkiyi açıklıyor…
Sinemacı eleştirmeni sevmez; eleştirmenlerin kendisine nasıl hoş görünebilecekleri gibi bir sorun yoktur. O, her zaman, eleştirmenlerin gerekeni söylemediklerini, ya da ilginç bir tarzda güzel şeyler söylemediklerini ya da başka yönetmenlerde buldukları güzel şeyler hakkında çok fazla konuştukları düşüncesindedir. Ben de eleştirmen olduğumdan, başka yönetmenlere göre onlara daha dostça yaklaşıyor olabilirim. Yine de, eleştirmenin, filmlerimin algılanmasındaki tek bir öğe olmanın daha ötesinde bir yerde bulunduğunu hiç düşünmedim. Halkın tutumu, reklamlar, gala sonrası ilanlar… bütün bunlar, eleştiri kadar önemli şeylerdir.
S. 45
Truffaut aynı röportajda Howard Hawks ve John Ford hayranlığından bahsediyor…
Özünde, kullandığı malzemeden ötürü Ford’u sevmedim. Örneğin, ikincil komik karakterler, vahşet, kadının aşağılandığı kadın erkek ilişkileri. Ancak, sonunda anladım ki, o teknik yönden kesin bir tekbiçimliliği başardı. Onun tekniği, rahatsızlık vermemesi bakımından daha da hayranlık uyandırıcı bir tekniktir: Kamerası görünmezdir; sahnelemesi yetkindir; hiçbir sahnenin ötekinden daha önemli olmasına izin verilmeyen bir dış görünüm yumuşaklığını sürdürmektedir. Böyle ustalık, ancak çok sayıda önemli film yaptıktan sonra kazanılabilecek bir ustalıktır. Nitelik sorunları bir yana, John Ford, yönetmenlerin Simenon’udur. Öte yandan, Hawks, Amerikalı yönetmenler arasında en büyük sinema beynidir. O, ne kaygılı ne de takıntılı bir sinema düşkünü değildir. Bütün bildirileriyle daha çok yaşama tutkundur ve genel olarak yaşamla kurulan bu uyum nedeniyle, her film janrının (belki, komedi dışında; çünkü orada Amerikalıların Lubitsch’i vb. var) en büyük iki ya da üç örneğinden birini verebildi. Daha özelleştirirsek: Hawks, en iyi üç Western’i (Red River, The Big Sky ve Rio Bravo), en iyi iki havacılık filmini (Only Angels Have Wings ve Air Force) ve en iyi üç polisiyeyi (The Big Sleep, To Have and Have Not ve Scarface) yaptı.
S. 48
Film Dili: Kuramsal ve Eleştirel Eğilimler
Seçil Büker / Kavram Yayınları
Seçil Büker Michelangelo Antonioni’nin Yolcu (The Passenger, 1975) filmini yorumluyor…
Beyaz üstü açık otomobille ağaçlıklı yolda giderlerken Kız, David Locke’a neden kaçtığını sorar. Locke, ona “Ön koltuğa arkanı dön” der. Kız söyleneni yapar, arkalarında giderek uzaklaşan yolu izler. Bu kaydırmalı çekim filmin yüzeysel görüşünün altında yatan izlekleri verir. Yolcunun gittiği yolu arkasında bırakması gibi, geçmiş de geride kalır. İkisi de uzakta gibi görünür ama insanı şu ana bağlayan geride kalan yoldur. İnsan kendi geçmişinden kurtulamaz ama kimliğini edindiği adamın randevularına gittiği sürece de onun geçmişini ve bilincini edinmiş olur. Ağaçlıklı yolda Kız ile David Locke/Robertson sona doğru yol alırlar. Robertson’ın sonu artık David Locke’ın sonudur. Eşi ve arkadaşı David Locke’ı tanımazlar, ama Kız onu tanıdığını söyler. Kız onu iki kimliği ile tanıyan tek kişidir.
S.194
Sinema Dergisi
Engin Ertan
Aslında ‘Saklı’, Haneke’nin şu ana kadarki filmlerinin hemen hepsinde yaptıklarının, özellikle de bir üçleme oluşturan ‘Yedinci Kıta’, ‘Benny’nin Videosu’ ve ‘Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası’nda ele aldığı temaların bir nevi yeniden elden geçirilmiş hali. Laurent ailesinin evinin girişini gösteren bir kamera görüntüsünden oluşan açılış planıyla beraber aklımız ‘Benny’nin Videosu’ndan ‘Ölümcül Oyunlar’a pek çok Haneke filmine gidiyor. ‘Saklı’da tipik bir kentsoylu ailenin hayatının, evlerine gönderilen video kasetlerde sarsılışını izlerken, Haneke’nin önceki filmlerinden öğrendiğimiz şu cümle tekrar kafamızda yankılanmaya başlıyor: ‘Ayakta kalmak ve kendinizi korumak için kurduğunuz sistem bir gün sizi de yutacak.’ (…) Laurent’lar gözlerini kapayıp uyumayı tercih ediyor ve gerçeklerle yüzleşmeyi ancak rüyalarında beceriyor olabilirler ama ‘Saklı’nın pek çok insanın gözünü açma, üzerine konuşulması ve yazılması gereken konuları bir kez daha gündeme getirme gücü var. Başka bir deyişle, Haneke’nin yeni filmi sadece yönetmenin filmografisindeki en iyi işlerden birisi değil, uzun süre seyircinin ve eleştirmenlerin zihnini meşgul edecek, hakkında uzun uzadıya tartışılacak bir başyapıt.
Şubat 2006
Yeni Film Dergisi / Sayı 7
Doğan Yılmaz
Mahrem Şeyler (Les Choses, 2002) filmi üzerine…
Sözü uzatmayalım; filmin sonunda Christophe, Nathalie’nin silahından çıkan kurşunlarla yeğe yığılır, kartal gelir ve üzerine konar, Christophe’ın kanlı vücudundan etler kopararak yemeye başlar. Bu metaforla yönetmen yorumu izleyiciye bırakmak ister gibidir. Kartal gücün sembolü olarak aslında gerçek gücün insan üstü bir varlığa ait olduğunu söyler. Bu, son dönemde birçok yönetmende rastladığımız felsefi idealizmin bir tezahürüdür. Gücün toplumsal yanı görmezden gelinir, güç salt birey üzerinden ya da doğa üstü varlıklar üzerinden betimlenir. Christophe’ın ölmesi üzerine bütün malvarlığı Sandrine’e ve kız kardeşine kalır; böylece Sandrine yürümeye başladığı yolu talihin de yardımıyla tamamlar; cinsel cazibeni kullan, mutlaka kullan, sonunda yolun sonuna ulaşırsın!
Mahrem Şeyler yok sayılabilir; hiç çekilmemiş gibi davranılabilir. Ancak ben bütün bu bayalığı yazmak gerektiğini düşünüyorum. Düşünüyorum çünkü filmin Cannes’da ödül alması ve gazetelerdeki kimi yorumlar beni film üzerine düşünmeye ve yazmaya zorladı. Buradan Türk dizi yapımcılarına Fransız sinemasını örnek almalarını önerebilirim. Entrika böyle çekilir; tabi biraz cesaretiniz ve kendinize güveniniz varsa.
Ekim-Aralık 2004
Yeni İnsan Yeni Sinema Dergisi / Sayı 16-17
Çağrı Kınıkoğlu
Votka Limon filmi üzerine…
Sonuç olarak, Sovyetler’in, Hamo’nun “para mı gönderdi acaba” umuduyla Kamo’nun çağrısıyla her seferinde apar topar gittiği postanenin duvarında asılı olan posterlerden çok daha fazla şey olduğunun resmi Votka Limon. Ya da tersinden söylersek, yerini reklam posterlerine bırakan posterlerin ortadan kaybolması bile ne çok şey anlatıyor… Eric Fromm gibi yapıp “olmak mı, yoksa sahip olmak mı” gibi bir tartışmaya girmeden, belki de en iyisi, Arthur Miller’in sözlerine dönmek, mülkiyet ilişkilerinin ve “babalar gibi satabilme” zemininin tasfiye edildiği günlerin özlemiyle: “Bu dünyada sahip olduğun tek şey asla satmayacağın şeydir” diye dönüştürsek mi bu cümleyi? Ya da “Satabileceğin şey asla senin değildir” diye… Sahi, “Satıcı” ne zaman ölecek gerçekten?
Sonbahar 2005
Bob Dylan – Union Sundown
(Şarkının sözlerinden bir bölüm…)
Birçok insan yakınıyor iş yok diye
Şöyle diyorum ben de
“Niye böyle söylüyorsunuz ki?”
Hiçbir şey Amerika’da üretilmiyor bir kere
Burada artık hiçbir şey yapılmıyor
Kapitalizm yasanın üzerinde
“Satılmadıkça bir işe yaramaz” onlara göre
Evde yapması pahalı geliyorsa
Başka yerde üretirsiniz daha ucuza
…
Eskiden sahip olduğun işi
Bir El Salvadorluya verdiler
Sendikalar büyük yatırım, arkadaşım
Soyları tükeniyor dinozorlar gibi
Eskiden Kansas’ta yiyecek yetişirdi
Şimdi Ay’da üretmek istiyorlar ve çiğ çiğ yemek
Hayal edebiliyorum o günün geleceğini
Evindeki bahçe bile
Yasalara aykırı olacak
…
Dünyayı demokrasi yönetmiyor
Soksan iyi olur bunu kafana
Dünyayı şiddet yönetiyor
Bunu da söylemesen iyi olur
Broadway’den samanyoluna dek
Bu da az bölge değil gerçekten
Ve insan yapacaktır yapması gerekeni
Besleyecek aç bir ağız varken