Yağmur çamur içinde bir uzun plan: İnekler, domuzlar, harabe köy evleri…Macaristan’ın bir köyü… Ağır ağır ilerleyen ve köyün içinden geçen kamera… Satantango: Dünyanın en iyi minimalist yönetmenlerinden birinin başyapıtı. Yaptığı ağır ağır 360 derece dönen kamera hareketleriyle, filmlerini bir tiyatro sahnesine çeviren siyah beyaz bir adam…Yozlaşmış köylüler, topraktan kazanılan para ve elde ettikleri parayı birbirlerinin arkasından oyunlar çevirerek çalmaya çalışan insanoğlu… Hapisten çıkıp, otoriteyle işbirliği içine giren zeki bir hırsız Irimias: Köylüler için kötülüğün isim bulmuş hali ve çok korktukları bir meta. Köye geri gelip, paralarını elinden almaya çalışacağını bilen, komünizm sonrası dönemde sürekli yırtmaya, paralarla kaçmaya çalışan yoz bir nesil…
Komünizm günlerinden kalma bir yöntemle, köyü rapor eden bir doktor… Evinden hiç çıkmadan sürekli içtiği içkisiyle penceresinden bakıp, köylülerin her hareketini yazan bir imge… Köyün köhne barında, sürekli dans edip, şarkı söyleyen köylüler… Kardeşini kandırıp paralarını çalan bir ağabey… Eski fahişeler… Irimias ile işbirliği içindeki polisler… Çocuğuna şefkat veremeyecek bir ebeveyn… Köyün kendini özel gibi gösteren tüm erkekleriyle birlikte olan bir kadın… Bir deli ve tüm bunlardan sıkılan barcı ve intihar eden bir çocuk…
Çocuğun intiharı, Irimias’ın köye geldiğinde köylüleri sözde aydınlatarak her şeye yeniden başlayacağı bir ana dönüşür ve suçluluk duygusu içindeki köylüler, tüm paralarını teker teker Irimias’a verirler ve köyü terk ederler fakat gittikleri yerde içlerindeki varoluşsal kötülük onları birbirine düşürecek ve insanın kendisini aldatması yine Irimias’ta vücut bulacaktır…
Satantango sinematografik olarak muhteşem bir yapıttır. Bela Tarr’ın ağır ağır 360 derece dönen kamerası ve uzun planları her karede bir imge patlaması yaşatır. Aslında bu imgesel metaforlar, Bela Tarr’ın söylediği gibi çok basittir. Bela Tarr en basit şekilde sadece bir hikaye anlatmaya çalışır. Yağmur damlasının camdan akıp gitmesi ve dakikalarca yürüyen insanlar gibi geçişler ve bu karanlık yapısında kötülüğü Bela Tarr’ın kendine özgü sinematografisiyle anlatan film için siyah beyaz çekim olmazsa olmazdır. Kurgu harikası sekansları bir sonraki sahneye geçmeden asla kesmeyen yönetmen için her şey bir tiyatro eşyasıdır sanki. Bardaklar, fıçılar…Akordeon Mihály Víg’in eşsiz müzikleriyle şiirsel bir deneyim kazandırır. Melankoliyi, kötülüğü ve varoluşsal bunaltıyı Bela Tarr’ın her filminde gördüğümüz sürekli yağan yağmur ve batak iğrenç bir çamurda görürüz. Bu sinematografisiyle, yönetmen adeta kötülüğe dair karanlık bir şiir yazmıştır.
Polis müdürünün, Irimias ve Petrina’ya, Irımias ve Petrina’nın köylülere, köylülerin kendi içinde birbirlerine yaptığı kötülük ve sonunda çocuğun kediye eziyeti ve öldürmesiyle devam eder. Bu sahne dünyada var olan kötülüğün kedi ve çocukla gösterilmesi anıdır ki sonunda bundan pişman olan çocuğun eylemi de artık insanlığın sadece çocuklarda mı kaldığı sorusunu can acıtan bir şekilde seyirciye sorar.
“Irimias ve Petrina’yı gördüm. Geliyorlar geliyorlar, yürüyorlar yürüyorlardı”. Delinin söylediği bu sözcüklerin, dakikalarca uzun planlarda, rüzgar içinde, sokağın pisliğiyle ve yağmur altında toprağın çamuruyla yürüyen Irimias ve Petrina’da irdelenmesi, aslında 7 saatin bu film için normal sayılabildiğini söyleyebiliriz ki bu uzun planların her sekansında, bir şey anlatıyorum diye bağıran kareleri, fotoğraf gibi yorumlanabilir.
Irimias’ın sahte bir peygamber gibi ortaya çıkışı ve köylüleri bu ızdıraptan kurtarma girişimi dine bir gönderme gibi algılanabilir ki , Bela Tarr’ın László Krasznahorkai’nin romanlarından uyarladığı bu karanlık filmleri, ateist olduğunu açıklayan yönetmenin güçlü bir mesajıdır. Bela Tarr’ın bu yedi saatlik senfonisi; yalnızlığı, varoluşsal bunaltıyı, cesaretsizliği, korkuyu ve onun getirdiği şiddeti ve çaresizliği anlatır. Damnation ve Karanlık Harmoniler’le birlikte sinema tarihinin en güzel yapımları arasındadır.
Yiğit Kahraman
yigit-kahraman@hotmail.com