Stephane ve Maxime; Stephane’in deyimiyle ortak Maxime’e göre iki dosttur. Birlikte yürüttükleri keman tamir ve üretim işinde birbirilerini tamamlayan ikiliden Maxime, insan ilişkileri kuvvetli, kadınlarla iyi anlaşan sosyal yanı güçlü adam, Stephane ise içine dönük, müziğe tutkun, işin teknik yönünün ustasıdır. Aralarındaki bağın kuvvetini, filmin girişinde Stephane’nın dış sesiyle ilk olarak Maxime’den bahsetmesinden anlayabiliriz. Ne zaman Camille adında güzel ve başarılı bir kemancı ikilinin hayatlarına girer, o zaman üçlünün arasındaki bağlar birbirine dolanmaya başlar. Maxime önce Camille ile sevgili olur, Stephane ise her zamanki gibi onun müzikal yanını temsil eden keman tamirini üstlenir. Camille bir adamın kalbinden diğerine yolculuk ederken buraya kadar biraz klasik aşk filmi kıvamında ilerleyen öyküyü Stephane altüst eder.
“Ayazda bir yürek” Stephane ile Amadeus’un düzenbaz düşmanı Salieri aynı soydan geliyor. Müziğe bir tutkuyla bağlanmalarına rağmen yetenekten yoksunlukları makûs talihleri oluveriyor. Salieri çirkince bir azimle inadına savaşırken Stephane kabullenmeyi seçiyor ve hayallerine başka bir daldan tutunuyor. Dolaylı yoldan üretiyor müziği, sihirli dokunuşları notalar vasıtasıyla değil de masa başında aletleriyle ulaşıyor kemanlara. Stephane’ın Camille’nin ilgisini çeken yanı ise, kemanındaki o ustaca hâkimiyeti, çalışmalarını sürekli heyecanlı gözlerle seyretmesi ve yalnız, yorgun ruhu. Tolstoy’un Kreutzer Sonat’ındaki müziğe bakışını hatırlatıyor film. Pozdnişev orada müziğe insanları tahrik eden, zinaya yönlendiren bir olgu olarak yaklaşıyordu, aşk ve evlilik kavramların safsatadan ibaret olduğunu er geç aldatmanın gerçekleşeceğini iddia ediyordu. Sautet’in bakışı ise eleştirelden çok şiirsel. Ne müzik, ne aldatan, ne aldatılanlar yargılanıyor burada. Aksine insanın en doğal duygularına bir saygı duruşu var, en çok da Stephane’nin seyirci olduğu hayatın içine oyuncu olarak girmek istemeyişine.
Maurice Ravel’in filmde kullanılan trio bestesi öyküdeki üçlü ilişkiyi sembolize ediyor. Müzikle birlikte beyazperdede adeta su gibi akan Sautet filmlerinde uzun boylu sözlere, felsefi yargılara rastlamak mümkün değil. Diyaloglar olabildiğince sade, asıl duyguları oyuncuların bakışları ve hareketleri veriyor. Kadrajlarda Stephane’nin bulunduğu yer ve bakışları, film boyunca söylediklerinden daha fazla ipucu veriyor kişiliğine dair. Fotoğrafın anlatım gücüyle kurgununkini en iyi birleştiren yönetmenlerden Sautet’in bu filmini “The Remains of the Day”den sonra, “Jules et Jim”den önce izlerseniz iki film arasına estetik bir bağ kurup, yüreğinize bir soğuk duş etkisi yaşatabilirsiniz.
Yiğitalp Ertem
yalpertem@gmail.com