II. Dünya Savaşı özelinde okunması muhtemel olsa da, insanlığın ortak olduğu tüm insani suçlara gönderme yapan açılışının ardına, bir devlet memurunun hayatından kesitler sunuyor World of Glory. Dev bir toplumsallıktan aniden geçtiği bireysel yaşam, ikisi arasındaki ilişkiselliği öyle çarpıcı vuruyor ki yüzlere… İnsan bir katliamı soğukkanlılıkla izledikten sonra, kendi dünyasında ailesi, arabası, evi, işi, yatağıyla kurduğu bağlarında nereye kadar huzurunu, saflığını, güvenini koruyabilir? Koruyamadıklarını, kendisine itiraf edecek gücü ne zaman bulur? Çığlıklar ne zaman su yüzüne çıkar? World of Glory’yi yapan Roy Andersson, insanlığın içinde bulunduğu, tarihsellik sonucu geldiği noktayı hayretle karşılamış, sonsuz bir samimiyetle bizlere sunmuştur. Şu an söze dökmeye çalıştığım her tespitin, filmin etkisinden çalmakta olduğunu hissettiğim için burada kesiyorum.
Siz bir izleyin hele, sonra üzerine konuşma fırsatı buluruz umarım. İçeriğini oldukça destekleyip, etkisini kat be kat öteye taşıyan biçiminden, Andersson’un sözlerinden, çocuğun alnına kazınanlardan, restorandaki garip sahnelerden bahsederiz.
Yiğitalp Ertem
yalpertem@gmail.com