“Donmuş zaman” üzerinde yer alan açılış jeneriğiyle başlayan filmde July, evlat edindikleri kedinin gelişiyle ilişkileri sorunlu hale gelen Sophie (July) ve Jason’ın (Hamish Linklater) kişisel dramlarını perdeye taşıyor. Sıradışı hikâye anlatıcısı şairane kedi “Paw Paw” dışarı çıkma konusunda duygusal bir şekilde ahkam keserek daha ilk saniyelerinden filmin iç hesaplaşma hissini oluşturuyor (July kedinin bakış açısı ve bir çift kukla patiyle filmin kaygısız ruhunu gösterdiğini düşünüyor).
Hasta olan kediyi hayatlarına resmi olarak dâhil etmeden önce bir ay kadar süreyle veterinerde bırakmak zorunda olan çift, bu tarihi ilişkilerinin bir sonraki aşamasının başlangıcı olarak değerlendirmeye karar veriyor. Geleceklerini tasarlamak onları uçurumun kenarına getiriyor. “Kırk aslında elli”. Sophie erken orta yaş bunalımın düzenli yaşamlarını anında dengeleyen bir unsur olduğunu iddia ediyor.
Beklentileri hakkında ansızın kafaları karışıyor ve ikisi de yeni amaçlar aramaya başlıyorlar. Jason işinden ayrılıp müşteri temsilcisi olup tesadüfen ağaçları korumak için çalışan bir gönüllü olduğu sırada Sophie hayatını dansa adamaya karar veriyor. Ancak asıl değişimleri işleriyle ilgili konulardan öte kişisel düzeyde yaşanıyor. Birdenbire oluşan bir istekle Sophie veterinerin ofisindeki satın aldıkları resmi yapan kişiyi arıyor ve banliyödeki sıradan adam Marshall (David Warshofsky) ile aralarında bir bağ oluşuyor.
Aralarında oluşmaya başlayan ilişki, July’de tanımadığı yabancı bir sanatçının tüm eserleri aracılığıyla yabancılaşmalarını dindirmeleri biçiminde internet üzerindeki “Ben” ve “Sen” gibi başka bir örneği oluşturuyor. Ancak bu defa Sophie’nin ihaneti evrensel bir kaygıyı çağrıştırmaya adanmış filmde bilinen bir sapma biçiminde gerçekleşiyor. Jason, Sophie’yle diğer adam hakkında yüzleşmekten kaçınmak amacıyla sahneyi dondurduğunda, kendisini rahatlatıcı ve kozmik tek dostu olan ve bilgece öğütler vermeye istekli ay ile soyut bir belirsizlikte buluyor.
Sophie, Jason’la yaşadığı tedirgin gizli hayatı, sorumluluktan kaçışı ve yolunu kaybetmesini tam anlamıyla kendisini yakalayan ve içine kaybolduğu bir tişört ile sembolize ediyor ve ayinsel dansı ile daimi uyumsuzluğunu ifade ediyor. Bu esnada Jason da kendisinin gelecekteki yaşamını temsil edebilecek olan yaşlı bir adamla alışılmadık bir bağ kuruyor. July, The Future ile tuhaf, sıradışı ve sembolik olarak derine işleyen amaçlarını biçimsel olarak uç noktalara taşıyor.
Jon Brion’un güzel müziğinin eşliğinde ilerleyen film izleyicilerde tanıdık bir acı tatlı tat bırakıyor, ancak öte yandan orijinal bir nüansa sahip. Kendisinden şüphe etmeye eğilimli sıradışı yaratıcı çiftin ilişkilerinin eriyip gitmesinin tasvir edildiği July’ın bu ikinci filmi ile eşi Mike Mills’in yakında gösterime girecek olan filmi Beginners arasında güçlü benzerlikler bulunuyor. Ancak, July’ın hikâyesi daha deneysel bir noktada yer alıyor. Metaforik içeriğini açık uçlu bir şekilde bırakarak asıl başarısını sağlayan filmde, gelecek hakkında kestirilebilecek yegane şeyin bunu hayal etmeye istekli zihinler olduğunu öne sürüyor.