17 senelik bir aranın ardından 2008’de beyaz perdeye dönen Polonyalı yönetmen Jerzy Skolimowski, gerilim yüklü Four Nights With Anna ile Cannes’daki eleştirmenlerden büyük takdir toplamıştı. Üç yıl içindeki ikinci filmi, karla kaplı Avrupa’da Vincent Gallo’nun Müslüman bir asiyi canlandırdığı Essential Killing ile bu kez de Birleşik Krallık’ı fethetmeye hazırlanan yönetmenin filmi Kinoteka Polonya Film Festivali’nin açılışında gösterildi.
Kinoteka Film Festivali’nin açılışı Essential Killing ile yapıldı. Ne düşünüyorsunuz?
Evet, bu çok büyük bir onur. Kinoteka’da 50 Polonya filmi gösterilmesine şaşırdım, Essential Killing ile açılış yapmalarınaysa çok sevindim. Yakında ülke çapında da gösterime gireceği için heyecanlıyım.
Kinoteka’nın programında Polonya’dan 50 film olması sizi ne yönde şaşırttı?
Açıkçası Polonya’da o kadar çok film çekildiğini bilmiyordum. Normalde yıllık olarak 20 film civarındadır ama bu kez 50 filmi aşmışlar. Etkilendim.
Polonya film sektörünün son birkaç yılda büyümesini neye bağlıyorsunuz?
Polonya Film Enstitüsü’nün sıkı çalıştığını söylemek lazım. 50 milyon € civarında, oldukça etkileyici bir bütçeleri var ve bu meblağ aslında Polonya’da üretilen filmleri karşılamak için yeterli. Essential Killing dört ülkenin (Polonya, İrlanda, Norveç, Macaristan) ortak yapımı olarak çekildi ve 3 milyon € tuttu.
Polonya hükümeti sanatı destekliyor mu?
Evet çünkü TV kanallarının, kârlarının bir bölümünü Polonya’da çekilen filmlere ayırmalarını sağlayan bir kanun çıkardılar. Bu para doğrudan Polonyalı yönetmenlerin eline geçiyor ve uzmanlar tarafından yönetilen bir sistem olduğu için para çok demokratik bir şekilde dağıtılıyor. Ben de o sistemde yer almıştım ve yeni projeleri desteklemek harika bir duyguydu. Çok düzenli işliyor.
Amerika’dan ayrılıp Polonya’da yaşamaya başladıktan sonra uzun süre film çekmediniz. Polonya’da kalıp film çekmeye devam etmenizi bu sistem mi teşvik etti?
Elbette benim için film çekmenin en kolay yolu bunu Polonya’da yapmak. Ayrıca son dönemde çok yetenekli profesyoneller yetiştirdik ve görüntü yönetmenlerimizden bazıları dünya çapında isimler. Hayli yüksek standartlarda çalışıyoruz.
Essential Killing’in nasıl doğduğundan bahsedelim… Fikir nasıl oluştu?
Sürekli “Benim tembelliğimden doğdu” diye espri yapıyorum çünkü son filmim Four Nights With Anna’yı evimin yakınlarında çekmiştim ve Essential Killing de aynı koşulları sağlamak istediğim için ortaya çıktı. Tanıdık bir mekanda film çekip gece kendi yatağımda uyumak gerçekten çok hoş. Aynı formülü tekrarlamak, oturduğum yörede film çekebilmek istedim. Polonya’nın o bölgesinde, CIA’in iddialarına göre tutukluları getirip ülke dışına çıkarmak için kullanılmış, gizli bir askeri hava alanı olduğundan haberim vardı. Buradan film malzemesi çıkacağını biliyordum lakin başta hiç bulaşmak istemedim çünkü politik bir film çekmek istemiyordum. 1960’ların sonunda çektiğim Hands Up! isimli politik film güçlü bir anti-Stalin söylem içeriyordu. O film benim hayatımı neredeyse alt üst etti çünkü aşırı bir sansür uygulandı ve ben de ülke dışına çıkmaya zorlandım. Bohem bir hayat sürdürüp orada burada film çekmeye başlamıştım ama o film yüzünden evime bir süre dönemedim.
Fakat kışın bir gece yerler çok kayganken eve doğru yürüyordum ve çok derin bir hendeğe düşmekten son anda kurtuldum. Tam o anda durdum ve gizli hava alanının yanında olduğumu fark ettim. Kendi kendime “Ordu konvoyları bu yoldan geçmiş olmalılar. Ya bir kaza yapsalardı ve mahkumlardan biri bir şekilde kaçsaydı?” dedim ve o anda elimde bir filmim vardı.
Mekan da çok önemli bir unsur. Çekim için en uygun yeri aramak ne kadar vaktinizi aldı?
İşin komik tarafı, filmi evimin yakınlarında çekemedim. Kar yağışının çok gerekli olduğunu fark ettim ama Polonya’da kar hiçbir zaman kesin değildir. Ben de bu yüzden Norveç ile yapım anlaşması yaptım. Filmin büyük çoğunluğunu Norveç’te ve Polonya dağlarında çektik.
Vahşi doğada ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Norveç’te sıcaklık -30 dereceye kadar düşebildiğinden kar araçlarıyla dağa çıkamadık. Sürekli efor sarf etmemiz gereken koşullar vardı ve zavallı Vincent çoğu sahneyi çıplak ayak tamamlamak zorunda kaldı. Rolüne karşı gösterdiği bu özveri olağanüstüydü, başka bir aktörün böyle bir iş çıkaracağını hayal bile edemem.
Oldukça ünlü bir kişi. Onunla çalışmak nasıl bir duyguydu?
Yazılan senaryo ona kesin bir yol çizmişti, yani ondan ne görmek istediğimi biliyordu. Ancak çekimlerden önce rolünü etraflıca tartıştık ve birbirimizi gayet iyi anladık. Onunla ilgili anlatılan hikayeler bence biraz abartılıyor. Kendisi metot oyunculuğu yapan bir aktör ve metot oyuncularının ne yapacaklarını önceden kestiremezsiniz ama iyi bir iş ilişkisi kurarsanız hiçbir sıkıntı çekmezsiniz. Öylesine izole bir karakteri oynamak onun setteki davranışlarını da bariz bir şekilde etkiledi çünkü 24 saat boyunca o karakteri yaşıyordu. Bunun için onu suçlamıyorum, film çekmek için yakın dost olmamıza gerek yok. Önemli olan ortaya çıkan sonuç.
Onun yaklaşımından söz ettiniz. Diyaloğu olmayan bir karakteri oynadığını düşünürsek sette de sessiz miydi?
Diyalog içermemesi karakterler açısından en önemli unsurlardan biriydi ve sette de kesinlikle tahmin ettiğinizden biraz daha sessizdi. Ama bu çok önemli çünkü herhangi bir lisan kullanıldığını düşündürtmek istemedim. Onun geçmişinin yoruma açık olmasını istedim. Elimden geldiği kadar müphem davranmaya çalıştım çünkü bana göre bu politik durumla ilgili asıl gerçekler tamamıyla arka planda yatıyor. Çok önem teşkil etmiyorlar zira film bir insanın hayatta kalma mücadelesini keşfe çıkıyor: Ya öldürülecek ya da sağ kalacak.
Siz bu niyetle yola çıkmamış olsanız da insanların filmden politik bir anlam çıkardıklarını biliyor musunuz?
Benim için bu evrensel bir hikaye ve herhangi bir yerde ya da zamanda gerçekleşebilir. 21. yüzyılın başlarına dair bir hikaye değil ve koşulların da o kadar önemi yok. Filmin farklı yorumlara açık olduğunun farkındayım ve bunu dert etmiyorum. Kimileri politik bir anlam çıkartıyorsa bunda sorun görmüyorum.
Filmin isminde nasıl karar kıldınız? Politik çağrışımlar yapmasını istemediğinizi söylediniz ama bu oldukça provokatif bir isim.
Başta birkaç fikir etrafında dolanıyordum. “Cinayetin Özü” fikrini bayağı tutmuştum ama filmin şu anki ismi sanki ampul yanmışçasına kafamda belirdi. Demek istediğinizi anlıyorum lakin filmi pazarlarken çarpıcı bir isme ihtiyacınız oluyor.
Hayatta kalmak için metaforik olarak yabani bir hayvana dönüşme fikrinde size cazip gelen neydi? Biraz ters bir durum çünkü izleyicinin kendini yakın hissettiği karakter aslında bir terörist bile olabilir. Müphem davranmaya çok gayret ettim ama ezilmişlerden biri olduğu için onun tarafını tutuyormuş gibi görünmek zorunda kaldık. 3. ligden takımı 1. lig takımıyla oynadığında ister istemez zayıfı desteklersiniz.
Siz ne kadar ileri gidebilirdiniz?
Bilmiyorum. Sağ kalacağımı düşünmek isterim ama muhtemelen onun kadar ilerleyemezdim. Galiba bir kere elinizi kana buladınız mı sizi hiçbir şey durduramaz.
Röportaj: Adam Woodward / Little White Lies
Çeviri: Melih Tu-men