Torino Atı (The Turin Horse)’ndan sonra sinemayı bıraktığını açıklayan Macar yönetmen Bela Tarr, bu yılki festivalin onur konuklarından biriydi. Alin Taşçıyan’ın moderatörlüğünü yaptığı “master class”da bugün İstanbullu sinemaseverler yönetmene filmleri hakkında soru sorma imkânı buldu. Soruları samimi bir şekilde yanıtlayan yönetmen, söyleşinin başında bu etkinliğin “master class” olarak adlandırılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Daha sonra öğrencilik zamanlarından, sinemaya nasıl başladığından ve çektiği filmlerin anlam dünyasından bahsetti.
Söyleşinin en dikkat çekici anlarından biri de, Bela Tarr’ın Komünizm öncesi ve sonrasında dünyada ve özelinde de sinema endüstrisinde yaşananlara dair söyledikleriydi: Yönetmen, komünizm zamanında devletin sansürüyle uğraştığını, ama komünizm sonrasında da sinema endüstrisinin ve pazarın zorlamalarına maruz kaldığını anlattı ve bu ikisinin de aynı yere çıktığını söyledi. Komünizmin tasarım olarak değişse de, özünde o dönemki piramidin şimdi de devam ettiğini sözlerine ekledi. O dönem siyasetçiler baştayken, şimdi de ekonomiyle uğraşan insanların sisteme egemen olduğundan bahsetti.
Hollywood’u anlatırken, fast food ve ev yemeği arasındaki ilişkiyi örnek gösteren yönetmen, Hollywood’un insanlara hızlıca tüketilecek ama içi boş şeyler önerdiğini, insanları çocuk yerine koyduğunu ve onlara gerçeklerle uzaktan yakından ilişkisi olmayan masallar anlattığını hatırlattı.
Sinemanın kendisi için bir tür uyuşturucu olduğunu, bu yüzden sinemayı bırakmasına rağmen, sinemadan uzaklaşmasının çok zor olduğunu sözlerine ekledi.
Bizlerin de dileği, tabii ki yönetmenin tamamladığını düşündüğü “daire”yi kırarak, yeniden beyazperdede hikâyeler anlatması ve filmleriyle, sinema endüstrisinin tekelinin kırıldığında, ne denli büyük filmler üretileceğini ispat etmesi. (Barış Saydam)