Suat, Nurten’e aşıktır. Ona sürekli mektup yazar. Ama Nurten onun mektuplarını hiçbir zaman alamaz. Sonrada Suat’ın takım arkadaşı Serkan’la evlenir. Onu teskin etmek de antrenör Hacı’ya kalır.
Suat : Niye böyle oldu be abi? Ben çok sevmiştim be abi. O kadar mektup gönderdim. İnsan bir cevap yazar. Benim günahım ne be abi?
Hacı : Bak koçum, belli olmuyor ama, benim bir tek kulağımın arkası kaldı… Artık acı çekmekten ve acı çektirmekten zevk almamayı öğrendim. Sevgililer… Bizim olanlar ya da olmayanlar, hepsi iz bırakır. Bu izler, şimdi seninki gibi çok derinini çiziyor. Hepsi kalır. Ama inan, yeni izler de olacak. Yaşlıları düşün… Sanki her şeyi bilirlermiş gibidirler. Ama öyle değil. Ne kadar acı çekersen çek, şunu hiç unutma: Çizilecek bir yer hep vardır ve çizecek bir yer… Ressam olur insanlar başkalarının kalbini kazıya kazıya ya da resim olurlar, senin gibi kazına kazına…
Suat : Beni çok derin kazıdılar abi. Ama altından sarı-yeşil çıktı. Sen demiştin ya abi… Hani sonbaharda dağlarda çamların arasından görünen yaprakları sararan çınar ağaçlarına bakıp… İşte, bizim takım demiştin. İşte… Bizim takım o abi.
Hacı : Bizim takım… Hep yeşil kalan çamlar ve hep sararan çınarlar… Hayatta “torba” yeşil kalmak da var, sararmak da… Dağın rengi budur, dağın rengi… Neyse, Serkan senin takım arkadaşın, Nurten de artık ya yengen ya da bacın… O artık yok, belki de hiç yoktu… Haydi, sil gözlerini. Bu kadar diyet yeter.
Suat : Evet abi, artık o yenge ben de kaleci… Kaleci “torba” Suat…