Filme ismini veren peri masalının modern bir yorumuyla Grimm anlatım tarzından çok uzaklaşan Disney klasiği Sleeping Beauty, yönetmenliğe adım atan başarılı yazar Julia Leigh’in ilk çalışması. “The Hunter” ve “Disquiet” gibi takdir gören romanlardan sonra dikkatini sinemaya çeviren Leigh asla eskimeyen hikayeyi kendi yenilikçi ve gizemli üslubuyla beyaz perdeye taşıyor. Jane Campion’un kanatları altındaki Leigh’in titiz çalışması hatırı sayılır bir ilgi toplayarak 2011 Cannes Film Festivali’ndeki yarışmada ve Sydney Film Festivali’nde boy gösterme şansı yakaladı.
Filmin çıkış noktasını söyleyebilir misiniz?
“Bir fikrin nereden geldiği” sorusuna cevap vermekte her zaman zorlanmışımdır çünkü yaratım süreci benim için bile gizemini korur. “Uyuyan Güzel” peri masalının ve diğer masalların hepimizin hayatında derin bir yeri olduğunun farkındayım. Orijinal peri masalları oldukça acımasızdı. Ayrıca yaşlı erkeklerin geceyi uyuyan kızlarla geçirmek istediklerine dair eski alışkanlıktan da haberim vardı, İncil’deki Kral David’in geceyi genç bir bakireyle geçirmek istemesi gibi. Uyuyan, uyuşturulmuş kızlarla geceyi geçirmek için para ödeyen yaşlı erkekleri anlatan Yasunari Kawabata ve Gabriel Garcia Marquez’in kitaplarını da okudum. Ayrıca bunun da üstüne Internet’te de uyuyan kızlar var. Uyuyan güzeller, uyuyan kızlar adeta bir fenomen olmuş durumda. Böyle bir şey var, mevcut ve galiba ben de buna tepki vererek filme dönüştürdüm.
Fikri bulduğunuzda tüm parçaları nasıl bir araya getirip filme dönüştürdünüz?
İşin aslı bu yanlış bir çalışma şeklidir. Tüm fikirleri ortaya çıkarıp “bunları nasıl bir araya getiririm?” diye düşünmüyorum. Bu şekilde asla işe yaramaz, önceden kazandığım bilgi ve deneyimin üstüne yatmış olurum. Çalışmaya başladığınız anda sizi yazmaya iten ruhsal güçlerin çok gizemli olduklarına inanırım. Senaryonun ilk taslağını çabucak yazmıştım, en fazla on gün kadar sürmüştür ama sonra senaryoyu kendi başıma geliştirmeyi seçtim. Güvendiğim okurlara gösterdim, aslında ilk okuyan kız kardeşim Claudia oldu. O insanlara gösterdim ve oradan geliştirmeye devam ettim. Birkaç taslak yazdım ama senaryoyu artık hazır hale getirdiğimi düşünüyordum. Sonrasında da senaryoyu okuduğunda işin esprisini anlayabilecek bir yapımcı aradım ve senaryoyu da sürekli geliştirmeye devam ettim.
Bu filmi yönetmek istediğinizi ne zaman fark ettiniz?
Bir sabah uyanıp “Kendi yazdığım bir filmi yöneteceğim” demedim. Onun yerine senaryoyu yazmam istendi, ben de yazdım ve bu da bir şekilde yönetmenliğe adım atmamı sağladı. Senaryoyu yazarken kafamda canlandırmıştım, yani filmdeki pek çok şeyin senaryoda olduğunu söylemem gerek. Odadaki kamera açısı bile senaryonun ilk taslağında vardı. Seçtiğimiz çekim tarzı, uzun planlar fikri de taslağı yazarken aklımda canlandırdığım bir şeydi. Yani senaryo bir adımdı, gerisi de oradan geldi.
Yazarlıktan yönetmenliğe geçişi anlatabilir misiniz?
Hem film hem de iki romanım aynı noktadan, benim duyarlılığımdan doğdu. Her ikisi de büyük projeler. Roman ile filmde zamana karşı yarışıyorsunuz ve her ikisinde de komple ve detaylı dünyalar ile karmaşık karakterler yaratıyorsunuz. Bu açıdan birbirlerine benziyorlar. Şunu gerçekten söyleyebilirim ki yazarın bilinen yalnızlığı ile yönetmenin yalnızlığı arasında çok büyük bir fark yok çünkü yönetmen çektiği filmi bütün olarak kafasında kurgulayan kişi. Muhtemelen de tek kişi. İkisindeki işleyiş süreci ise tamamen farklı. İş arkadaşlarımla çalışmaktan çok keyif aldım ve muazzam bir yönetim kadrom vardı. Görüntü yönetmenim Geoffrey Simpson, sanat yönetmenim Annie Beauchamp… liste önünüzde olduğu için hepsinden bahsetmeme gerek yok. Harika insanlarla çalıştığım için çok şanslıyım. Filmle ilgili çok net bir görüşüm vardı ama insanlar sürekli yanıma gelip hiç aklıma gelmeyecek fikirlerle o görüşü daha da netleştirdiler. Harika bir yardımlaşma gösterdik.
Filmin kendine has tarzından bahsettik ama bu tarzı perdeye yansıtmak için kullandığınız yaratıcı fikirleri örneklendirebilir misiniz?
Yüzlerce, binlerce ufak karar vermek zorunda kaldık ki bunu da oyunculara ve yönetime danışarak yapabilirsiniz. Filmdeki satırlara onların da bazı katkıları oldu. Filmin mükemmel derecede iyi hazırlandığını, hiçbir noktasının şansa bırakılmadığını ve çok fazla doğaçlamaya yer vermediğini söylemeliyim. Ama bazı anlarda doğaçlama yapılan ve perdeye kadar gelen bazı satırlar oldu. Mizansen üzerinde çok çalıştım (Uzun plandaki sahneyi nasıl toparlayacağımız üzerinde). Ses tasarımında Sam Petty ile çalıştım. Filmde çok fazla ses tasarımı yapılmadı ki bence alışılmadık bir olay fakat görsel dünyanın sınırlarının ve hatta anlatılan konunun ses ile bir bağı bulunuyor. Ses tasarımında şöyle bir olay var: Filmi izlerken sesin o anki algınıza nasıl etki ettiğini hemen fark edemiyorsunuz. Ses dünyasını yaratmak gerçek bir beceri istiyor. Seyircileri, iğnenin yere düşüşünü bile duyabilmelerini ve film boyunca süren gerilimi hissetmelerini sağlayacak bir noktaya getirmek istedim. Mesela nefes alma üzerinde çok çalıştık. Uyuduğu sırada Lucy’nin nefesi nasıl bir ses veriyordu? Bu kadar ince eleyip sık dokuduk.
Biraz da oyunculardan, özellikle Emily Browning’den konuşalım. Projeye nasıl dahil oldu ve sizin gözünüzdeki karakteri perdeye yansıtmada nasıl bir rol oynadı?
Emily Browning bir deneme çekimine girmişti ve ben gözlerimi ondan alamamıştım. Bu film için böyle bir özellik çok önemli çünkü filmin her sahnesinde oynuyor. Onu çok güzel buldum. Alışılmadık bir güzelliği var, çıtkırıldım bir güzellik değil bu. Senaryoyu okudu, anladı ve kendiliğinden senaryoyu benimsedi. Yansıttığı, “buzdağının görünen kısmı” diyebileceğim kalitesine bayıldım. Onda gizli bir şey var ki bence muhteşem bir yetenek. İlk filmimde onunla çalıştığım için inanılmaz şanslı olduğumu biliyorum.
Jane Campion ile çalışmaktan bahsedebilir misiniz?
Jane ile Screen Australia’da tanıştım. Senaryoyu okuyup danışmanlık yapmayı kabul etti. Prodüksiyon öncesinde hep aramızdaydı ve çekimlerin çoğunda da yurt dışındaydı. Onun programını baştan beri biliyorduk, beni yarı yolda bıraktı gibi anlaşılmasın. Zamanında geri gelip filmin ilk montajlarına yetişti ve beni inanılmaz destekledi. Doğru yolda olduğumuzu söylemesi benim için gerçekten çok önemliydi. Çok verimli çalıştı ve filme olan desteği de gerçekten muhteşemdi.
Filmin seyirci üzerinde kalıcı bir etkisi var. Filmden çıktıklarında seyircilerin neyi düşünmesini, merak etmesini ve sorgulamasını istiyorsunuz?
Seyircinin filme dahil olmasından ve dikkatle izlemesinden hoşlanırım. Benim isteğim, bu filmin seyirciye hayal gücünü kullanması için izin vermesi ki bunu yaptığını da düşünüyorum. Birçok kişinin, yatak odasında geçen sahnelerde olduğu gibi az sonra neler yaşanacağını hayal etmesi gerekiyor. Bence bu güzel bir şey ve filmin de buna müsaade eden bir çekiciliği olduğunu umuyorum.
Film Mayıs ayında Cannes’daki yarışmada gösterildi. İlk filmini çeken biri olarak nasıl bir tecrübeydi?
Şikayet edemem. Gerçekten harikaydı. 2600 kapasiteli Lumiere salonunda gala gösterimini yaptık. Yarışmadaki filmler için Cannes’da her film sonrasında yönetmenin sahneye çıkması bir gelenektir. Emily ve Rachel da bana katıldılar ve büyük bir alkış koptu. Muhteşem bir deneyimdi.
Çeviri: Melih Tu-men