Geçen yıl programda Yılmaz Güney filmlerini göremeyince şaşırmıştık, Adana’nın yetiştirdiği en büyük figürlerden birinin eksikliği göze çarpıyordu. Bu yıl ise, programda Güney’in pek çok filmi kendisine yer buluyor. Namı diğer “Çirkin Kral”ın başta Hudutların Kanunu, Ağıt, Sürü ve Umut gibi her biri bugün Türk sinemasının birer başyapıtı kabul edilen kalburüstü filmleri gösterilirken, bunların yanında görece Güney sinemasının daha “ham” kalmış Arkadaş ve Seyyit Han gibi örneklerine de rastlamak mümkün.
Biletlerin ücretsiz olmasına rağmen Adana’da festivale pek ilgi yokken, Güney filmleri yine de seyirci çekmeyi başarıyor. Aradan geçen yıllara meydan okurcasına, Güney’in gösterilen her filmi seyircilerle iletişim kuruyor. Filmlerden sonra seyirciler alkışlarıyla Güney’i onure etmeye devam ediyor. Bu yüzden, Güney’in doğduğu yer olan Yenice’de çektiği Seyyit Han’dan sonra seyircilerin filmi ilk kez izliyormuşçasına bir heyecan içerisine girmelerine ya da Arkadaş’tan sonra alkışlarla filmin unutulmaz müziğine eşlik etmelerine insan şaşırmıyor. Şaşırtıcı olmamasına rağmen, bu deneyimi ilginç kılan şey ise, Güney’in filmlerinin her birinin özünde çok basit bir formülasyonu olmasına rağmen, ele aldığı meselelerin hâlâ geçerliliğini koruyor oluşu. Bu yüzdendir ki, Yeni Türkiye Sineması içerisinde üretilen filmler yerine seyirciler bunca yıllık klasiklerle konuşmayı, onların ağzından dertlerini ifade etmeyi ve onlarda kendilerini bulmayı tercih ediyor. Bu sayede, klasik bir Western filminin bütün trüklerini olduğu gibi taşıyan Seyyit Han da kaba bir gerçekçilik ve ucuz melodramla süslü Arkadaş da seyircisini yıllar sonra yeniden bulabiliyor. Cannes’da, Berlin’de ya da Venedik’te ödül alan filmlerimiz ise ne yazık ki henüz bizimle aynı dili konuşmaktan uzakta, kendi dillerini konuşmaya devam ediyor. (Barış Saydam / Adana)