Sonda söylenecek olanı başta söylemekte fayda var: Nefes Nefese (Inhale, 2010) hem iyi bir seyirlik hem de ele aldığı konuyu fazla bulandırmadan eli yüzü düzgün bir şekilde anlatmayı başarıyor. Finalindeki didaktik mesajı da olmasa hani oldukça ölçülü ve dozajı yerinde bir aksiyon-drama. Bir tek son kertede yönetmenin bakış açısını izleyicilere dikte etmesi ve onları belli bir görüşe yönlendirmesi can sıkıyor. Ama bunu dert etmezseniz, Nefes Nefese isminin hakkını veren bir yapım.
Los Angeles Bölge Savcısı Paul Stanton’ın, ender görülen bir hastalığa yakalanan küçük kızını bu hastalıktan kurtarmak için verdiği mücadeleyi anlatan Nefes Nefese, hukuk mücadelesiyle insanlık mücadelesini paralel bir şekilde beyazperdeye yansıtıyor. Yüzeydeki aksiyonuna karşın alt metninde adalet, hukuk, eşitlik, etik ve ahlâk gibi önemli meseleleri de tartışmaya açıyor.
Stanton’ın kızını kurtarması için organ nakli yaptırması gerekiyor, ama bunu yasal yollardan yaptıracak zamanı yok. Bu yüzden de Meksika’da kızına kara borsadan uygun organı bulmak için bir yolculuğa çıkıyor. Savcının Meksika’ya yaptığı yolculuk, savcının kendi etik değerlerini sorgulamasına kapı aralarken, öte yanıyla da bize Meksika’daki sınıfsal çatışmayı ve toplumsal düzeni gösteriyor. Belki film, hiçbir zaman yönetmenin selam durduğu Luis Bunuel’in Unutulmuşlar (Los Olvidados, 1950) filmi gibi derinlikli bir bakış açısına sahip olamıyor; ama savcının kızına organ nakli yaptırmak için peşine düştüğü gizemli “doktor”u bulma çabasıyla birlikte şekil değiştiriyor ve polisiye bir öyküye dönüşerek, bize Bataklık’takine (Myrin, 2006) benzer şekilde çürümüş bir sistemi bütün çıplaklığıyla gösteriyor. Savcı doktoru ararken, önüne çıkan her engel bize sistemin işlemeyen çarklarını, yolsuzluğu, adaletsizliği, insan hayatının değersizliğini ve organ naklinin nasıl bir ticarete dönüştüğünü açık ediyor. Ama film bunların hepsini dışarıdan bakan bir göz aracılığıyla şabloncu bir şekilde sunuyor. Bu yüzden de, Bunuel’in filmine yapılan gönderme sadece bir gönderme olarak kalıyor. Yoksa Unutulmuşlar’ın Meksika’daki sokak çocukları üzerinden bir toplumu ve dünyanın belirli bir dönemindeki genel durumu eleştiren tavrı ile Nefes Nefese’nin durduğu yer açısından oldukça fark var.
Savcının Meksika’da yasadışı yollardan kızına organ bulma çabası ile Los Angeles’da ünlü ve zengin müvekkiline yapılan seks suçlamasını bertaraf etmeye çalışması yönetmenin paralel kurgusuyla birbirine koşut bir şekilde anlatılıyor. Savcı bir yandan kendi etik değerlerine bağlı kalarak, karakterinden ödün vermeden zengin müvekkilini sonuna kadar savunuyor; ama öte yandan da kızını kurtarmak için bütün yasadışı yolları deniyor. Karakterin yaşadığı içsel çatışmayı ve bu çatışmadan doğan gerilimi filmin atmosferine yansıtmayı başaran yönetmen, bu sayede hem karakterin sorgulama sürecine bizleri dâhil ediyor hem de temposu hiç düşmeyen bir drama kotarmayı başarıyor. Bu açıdan bakıldığında, Nefes Nefese hedeflediği şeyi gerçekleştiren bir film. Ama yine de final itibariyle bir mesaj vermekten ve bunu da slogancı bir şekilde işin kolaycılığına kaçarak yansıtmaktan çekinmiyor. Film boyunca o kolaycılığa düşmeyen yönetmen, finalde iyi bir aksiyon-drama olmanın ötesinde bir anlam ifade etmeye uğraşınca işler değişiyor. Eğer Nefes Nefese’nin bu kusuruna takılmazsanız, filmin yönetmen Baltasar Kormakur’un en iyi filmi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com