Radu Mihaileanu’nun son filmi, küçük bir Fas köyünde geçiyor. Fakat yönetmenin verdiği röportajlardan hikâyenin Türkiye’de geçtiğini öğreniyor ve şaşırıyorum. Böyle bir hikâyeyi daha önce duymamıştım ama gerçek olma olasılığı yüksek, çünkü Türkiye’nin de güneydoğusu aynı kuraklık, yoksulluk, devlet eli değmemişlik problemlerine ve ataerkil düzenin getirdiği “kadını köleleştirme” geleneğine sahip. Mihaileanu’nun filmi Türkiye yerine Fas’ta yapmak istemesinin sebebi ise Berberi kadınlarına olan ilgisi ve onları Fransa’da ve dünyada tanıtmak istemesi.
Elektriğin bile henüz ulaşmadığı kurak bir köyde, kadınlar hâlâ eski geleneğe uygun olarak omuzlarında kovalarla köyün dışındaki kaynaktan evlere su taşıyor. Tabi kadının görevi bununla da kalmıyor; evin işlerini, çocukların bakımını da üstleniyor. Daha önce savaş döneminde savaşa gitmekle ve çalışmakla yükümlü olan erkeler ise artık savaş bittiği için ve iş bulamadıklarından olsa gerek, bütün gün köy kahvesinde çay içip lak lak yapmakla vakit öldürüyor. Yıllardır devam eden bu sistem öylece sürüp gidiyor, kimse bu geleneğe sesini çıkarmıyor. Ta ki köye yeni gelin gelen duyarlı Leila’nın (Leila Bekhti) grev başlatmasına kadar. Leila kadınlara kaynak yolunda çektikleri çileleri, düşürdükleri bebekleri hatırlatıyor ve grev yapmayı öneriyor. Fakat bu grev bildiğimiz grevlerden değil, kadının temel görevlerinden biri olarak görülen erkeğine kendini sunma görevini ihlal eden bir grev. “Aşk grevi” …
Leila’nin kaynanası ve başka korkak birkaç kadın karşı çıksa da, başta köyün “eski tüfeği” diye anılan -filmin en renkli ve ilginç karakteri- yaşlı kadının (Biyouna) desteği ile de kadınlar kendi aralarında karar alıp kocaları ile sevişmeme grevine girişiyor ve asıl olay döngüsü bundan sonra başlıyor. Bazı kocalar karılarını döverken, bazıları da çözümü köyün imamında arıyor. Fakat imamı da zekalarıyla kendi taraflarına çekmeyi ve inandırmayı başarıyor genç Leila ve “eski tüfek”.
Nihayetinde köye gelen Leila’nin eski sevgilisi gazateci köyde olup bitenlerle ilgili bir makale yayınlıyor gazetesinde ve böylece devlet sonunda köye su getiriyor ve kadınlar da su taşıma çilesinden kurtuluyor.
Kurgu olarak güzel ve anlatmak istediği meseleyi anlatabilen, bu anlamda başarılı bir film La Source des Femmes. Fakat bazı noktaların “fazla” abartılması, filmi de gereksiz yere uzatmış. Sonradan ortaya çıkan Leila’nin eski sevgilisi gazeteci de senaryoda biraz aşırı kaçmış gibiydi. Aşk temasını bu kadar yoğun kullanmadan da daha akıcı bir şekilde anlatabilirdi derdini yönetmen, fakat yine de netice itibariyle filmin iyi bir seyirlik olduğu söylenebilir.
Başarılı müzik kullanımı ve görselliğin dışında, coğrafi özelliklerin yansıtılması açısından da -dağlık ve kurak bölge görüntülerini izlerken hava sıcaklığını da hissediyorsunuz bünyenizde- film gayet iyi. Müzikal açıdan ise renklerin coştuğu bir tablo kıvamında. Özellikle kadınların kendi aralarındaki konuşmaları şarkılar ile yapmaları, erkeklere karşı olan tepkilerini dansları ile dile getirmeleri harikulade. Bu nedenle film Fas’ı, Beriberi ve Magrip müziğini, kültürünü tanıtan bir belgesel niteliğinde adeta.
Deniz Uzun
dnzuzun@gmail.com