Jean Seberg – Maurice Guichard
Çeviri: Ender Bedisel
İstanbul: Agora / 2011 / 223 s.
Sinema tarihinin en unutulmaz, en güzel ve özel kadınlarından biri olan Jean Seberg’in hayat hikâyesini anlatan kitabın Türkçe baskısı çıkmışken, bizler de kitaptan notlar ekleyerek bütün sinefillerin hayatında iz bırakan bu olağanüstü kadına bir saygı duruşunda bulunmak istedik.
“Sanatçının salt yeteneğiyle yarattığı düş ve hayal dünyası çok erkenden onu büyülemişti. Klasik şiire yöneldikçe, kadın şair Emily Dickinson’ı zevkle okudu; Dickinson, Poe ve Whitman’la beraber Amerikan bağımsız edebiyatının üç ayağından birini oluşturur. Jean, ‘Amherst rahibesi’ lakabını taşıyan -çünkü daima beyazlar giyerdi- bu münzevi kadın şairin özellikle ezgi lirizmini takdir ediyordu. “I’m nobody. Who are you?” (“Hiç kimseyim ben. Ya sen?”) – s.10
“Jean, Elia Kazan’ın çevirdiği ve James Dean’in başrolünü oynadığı Cennet Yolu filmini görmüştü. Oyuncunun ölümü, kendi kuşağının bütün gençleri gibi onu da üzmüştü. Bunun üzerine, kırk yaşına gelmeden kendisinin de öleceğini söylemekten zevk almaya başladı. Bunu nasıl mı yapacaktı? Kafasına bir kurşun sıkarak intihar edecekti.” – s.21
İlk film, şöhrete giden ilk büyük adım…
“Orpheum bütün kalabalığı içine almaya yetmedi. İnsanlar Otto Preminger’in seçtiği on beş dakikalık sahneyi görebilmek için birbirlerini sıkıştırıyorlardı. Yerel gazete gösterim hakkında şöyle yazıyordu:’Onun Jeanne d’Arc’ı canlandırması boğazınızı sıkıyor ve gözleriniz yaşarıyor.’ Seyirciler onun şöhretinden emin olarak salondan çıktılar. Daha sonraları, film tamamlandığı zaman, Amerika’daki prömiyerinde Marshalltown’daki dostları Jean Seberg ve oynadığı Orleans’lı genç kızı (Azize Jeanne) birbirinden ayırt etmekte zorlandılar. Hatta Calendar, Jean’ın ölümünden sonra şöyle bir yazıya yer verecekti:’Marshalltown’da insanlar Seberg’ten söz ederlerken, onu Jeanne d’Arc’ı ve diğer kişilikleri oynamak için evini terk eden bir sinema aktrisi diye yorumluyorlar. Kendisinin haklı olduğundan kuşkusu olmayan artçı bir savaşçı olduğunu söylüyorlar; iyi mücadele veren, sonra kendisi de aynı şekilde din uğruna ölen, küçük bir şehrin yazgısından kaçamayan içi temiz kızı olduğunu düşünüyorlar. Trinite papazının dediği gibi, ağırlığı altında ezilene kadar sırtındaki yükü taşımıştı.” – s.43, 44
İlk film ardından gelen yorumlar…
“Times şöyle yazıyordu:’Sanatçı Jean Seberg gençliğin verdiği avantajı kullanmakla beraber deneyimsizliğin sakıncıları yüzünden tam yerini bulmamıştır. Shaw’un Jeanne’ı savaşların kanlı şarabında ıslatılmış ve yırtıcı melekler tarafından kemirilmiş katı ekmek dilimidir. Fiziğine ve eğilimlerine bakılırsa, Jean Seberg bir çeşit ballı küçük ekmektir; küçük kafelerde milkshakelerini içenler onu da içecekleri yanında tüketmekten hoşlanırlar.” – s.61
Godard’la tanışma faslı…
“Jean Seberg onu şöyle tasvir eder:’İnanılmaz derecede içe dönük, ihmalkâr görünümlü, konuştuğu zaman insanın gözlerine bakmayan bir genç adam.’ – s.86
A Bout de Souffle provaları…
“İlk günkü iki saatlik çalışma sonunda Godard’ın ne söyleyecek ne yapacak bir şeyi kalmıştır. Defterini kapatır ve kafasında hiç fikir kalmadığını açıklar. Jean Seberg aynı akşam az kalsın her şeyi bırakacaktır. Patricia rolünden pek hoşlanmamıştır. Champs-Eylsees’de New York Herald Tribune gazetesini satan bu genç Amerikalı kız öğrenci ona ahlakı bozuk biri gibi gelmektedir. Üstelik Godard onun kişiliğini sadece ihanet eden bir metres gibi değil, aynı zamanda bir hırsız olarak göstermek istemektedir. Uzun bir tartışmanın sonunda Godard iddialarından vazgeçer. Hırsız kadın programdan çıkarılır, serüven devam eder.” – s.92
Boşandıktan sonra…
“Boşanma sonucunda tam anlamıyla çöken aktris giderek daha fazla içmeye başladı, sinirlerini yatıştırmak için kendini valium’a verdi. Zaten kafasını meşgul edecek şeyi çok geçmeden bulmuştu. Ülkesinde ırk ayrımcılığına karşı mücadele başgöstermişti; mücadeleye o da karıştı. Ne olursa olsun, bir davaya hemen gözü kapalı katılan sanatçılardan biriydi.” – s.145
Jean Seberg’ten bir şiir…
Durango’da
Meksika’da
Yoksulların evleri hüzünlü ve sevimli
Gece çok soğuk
Bademlerin şu çocuklar gibi gözleri var
Ve çocuklarda sefaletin gözleri…
Çocuğunun ölümü ve sonrası…
“Hayatta kalma şansı pek olmayan çocuk bir kuvözün içine yerleştirildi. Odasına dönen Seberg tekrar fobileri ve saplantılarıyla baş başa kaldı. Odasının içinde bile düşmanlar görüyordu. (…) Genç kadını İsviçre’den ABD’ye götüren uçakta, Jean uyuyabilmek için alkol aldı, sinir yatıştırıcı ilaçlar yuttu. Uykudan uyandığında kendini tuvalette buldu; içerden saçı başı dağınık, çıplak bir halde çıktı. ‘Uçak kaçırıldı’ diye bağırıyordu. Yolcular onu görmezden geldiler. Yerine oturdu ve sakinleşti. Sonra Chicago Havaalanı’nda fobileri yeniden depreşti. Siyah bir polise vurdu; az kalsın tutuklanacaktı.” – s.166
Adım adım tükeniyor…
“3 Ocak 1979’da Jean kendi isteğiyle Meudon’da Bellevue Hastanesi’ne yattı. Hastane masraflarını karşılayamayacak durumda olmasına rağmen insani sebeplerden ötürü kabul edildi. Yapılan iğneler etkisiz kaldı. Uyku durumu hala bozuktu. Sol bacağı hareket kabiliyetini yitirmişti. Mezarından çıkmış ölü gibi dolaşıyordu. Yine de sözcükler çiziktirmeyi başardı. Bir film çevirmek amacıyla Ingmar Bergman’a ve sanatçılara ilgi duyan Buteflika’ya mektup yazdı. Bu arada üç yıl önce ölmüş olan Andre Malraux’ya da bir mektup yazdı.” – s.193
Ölümü…
“8 Eylül’de karanlık basarken, iki motosikletli polis yavaşça ilerleyerek sokağa girmişti. İçlerinden biri raslantı sonucu beyaz Renault’nun yanında durdu ve içeri baktı. Arabada kimse yokmuş gibiydi, yalnız mavi örtüye sarılı şişkin bir şey arka koltukta duruyordu. Arabanın kapısı kilitli değildi. Kapıyı açar açmaz adamın midesi bulandı. Taşıtın içinden berbat bir koku yayılıyordu. Örtüyü çekti ve bir insan bedeni gördü. Seberg’in kimliğini belirlemekte zorluk çekildi. Cesedin bozulmuş hali çok ilerlemişti. Polis arabanın içinde bir tüp sinir hapı ve boşalmış maden suyu şişesi buldu. Olay yerine yetişen gazeteciler aynı tespitleri yaptılar. Ceset yasal işlemler için morga kaldırıldı. Jean elinde, oğluna yazdığı küçük kağıt parçasını tutuyordu: ‘Diego, sevgili oğlum, beni affet. Artık yaşamaya tahammül edemiyorum. Beni anla. Senin yapabileceğini biliyorum ve bilirsin ki seni seviyorum. Güçlü ol. Seni seven annen.”
Eski kocası Romain Gray…
Jean’ın ölümünden çok etkilenir Gray. “2 Aralık 1980, Romain odasına girer. Sırtüstü uzanır. Tabancasının namlusunu ağzına dayar ve tetiğe basar.”