2008 yılının en iyi filmlerinden, aynı zamanda bana göre tüm zamanların kara mizah sahibi suç filmleri arasındaki en iyilerden biri olan In Bruges, Martin McDonagh imzası taşıyordu. 2010 yapımı The Guard ise kardeşi John Michael McDonagh’nın yazıp yönettiği ilk uzun metraj. Kardeş McDonagh’nın harika bir ilk film olan In Bruges’ün izinden gittiği birçok yönden belirgin. Filmin gövdesine zarar getirmeyen, tam aksi o gövdeyi monoton klişelerden kurtaran yan senaryo tasarımları, gereksiz yere karmaşıklaşmaya çalışmayan olay örgüsü, baş karakterler arasında yaratılan kimya ve tabiî dengeleri bozmayan keyif verici bir kara mizah. Bu unsurların hepsi The Guard’da çeşitli şekillerde mevcut.
Ancak bu ortak yanlarına rağmen The Guard’ın bir In Bruges olamamasının en belirgin nedeni, In Bruges’deki suç matematiğinin karakterlere eşit oranlarda yansıyan dramatik ve mizahi izdüşümü üzerine derinlemesine nüfuz edilmemesi. Bu durum McDonagh’nın yeni bir In Bruges yaratma ihtirasına sahip olmamasına bağlanırsa ortada sorun kalmıyor. Yüklü miktarda bir uyuşturucu sevkiyatı, bu rota üzerinde işlenen birkaç cinayet, emniyet güçlerinin örtbas, yardım ve yataklık politikasına karşı duran İrlandalı polis memuru Boyle (Brendan Gleeson) ile Amerikan ajan Everett’in (Don Cheadle) idealizmi filmin konusunu oluşturuyor. Bu sıradan ve sürprizsiz görünen gidişatı renklendirmek için elinden geleni yapan, iyi oyuncuların da yardımıyla bunu başaran McDonagh senaryosu, her ne kadar aynı yolun yolcusu olsa da In Bruges kadar büyük oynamayı tercih etmemiş, kendi yağıyla kavrulmayı seçmiş bir duruşa sahip. Bu tercihler de filme hep olumlu katkılar sağlamakta.
Bazı senaryoların kafa karıştırmak için filme süslü bir veya birkaç cinayet eklediğini, bu cinayetler sayesinde katilin polise ya da halka türlü mesajlar iletmeye çalıştığını gördük. Fakat o süslü bir veya birkaç cinayeti tamamen amaçsız biçimde sadece kafa karıştırmak için eklediğini itiraf eden fazla senaryo yok sayılır. Yozlaşmışlıkla idealizmi bir arada götüren polis tiplemesi de her filmde bu kadar renkli işlenmez. Bu tip ufak ters köşe yöntemlerle, Boyle ve Everett’in tadını damaklarda bırakan atışmalarıyla, bazı klişelerle inceden kafa bulan beklenmedik sahneleriyle sevimli ve sıcak bir film olabilmek, yeni tanıştığımız McDonagh genleriyle alâkalı olabilir.
Brendan Gleeson ve Don Cheadle gibi birinci sınıf oyuncuların uyumuyla güçlenen The Guard, İrlandalı Boyle’un Amerikalı Everett’e verdiği politik ayarlarıyla, ailevi sohbetleriyle, suç ve suçluya bakışlarıyla farklı kimlik ve kişiliklerin yarattığı zıt kutupların çekimini hem senaryo bazında, hem de ikilinin oyunculuk becerilerinde yansıtabiliyor. Usta oyuncular Liam Cunningham, Mark Strong ve Fionnula Flanagan ile iyice şenlenen cast kurulumu, senaryonun onlara da gösterdiği özen sayesinde salt isim yapmış oyunculuk duruşu sağlamıyor, kısa da olsa boyutlu kimlikler yaratıyor. Boyle’un küçük muhbiri Eugene rolünde karikatür gibi bir Michael Og Lane’i de herkese tanıtıyor. Cast sorumlusu olan Jina Jay’in elinin değdiği filmler arasında In Bruges, Intermission, Shaun Of The Dead, Atonement, Munich, Layer Cake, Hanna, Body Of Lies ve dahasını saymak fikir verebilir. Ayrıca Arizonalı folk rock grubu Calexico’nun kattığı western ambiyansını da es geçmek olmaz.
The Guard bazı seyircilere eksiklikler hissettirebilecek mütevazi yapısına rağmen, In Bruges gibi bir filmle karşılaştırıldığı vakit hem kusurlarını, hem de değerini belli eden bir film. Henüz ilk filmleriyle adlarından övgüyle söz ettiren McDonagh biraderlerin getirdiği heyecan şimdilik kendini yüksek boyutlarda göstermemekte. Ama böyle giderse büyük stüdyolar tarafından keşfedilmeleri kaçınılmaz. Zaten Martin McDonagh müthiş bir oyuncu kadrosuna sahip İngiliz-Amerikan ortak yapımı Seven Psychopaths ile geri sayıma girdi bile. McDonagh’ların beraber çalışmak yerine iki koldan sinema dünyasına girmeleri, gösterdikleri birbirine benzer senaryo ve yönetmenlik performansları yüzünden hiç şikâyet edilecek bir durum değil. Bundan böyle takip edilecek bir değil iki McDonagh olması benim gibi suç yapımları müptelâları için nimet sayılır.
Osman Danacı
odanac@gmail.com