Steve Mcqueen Hunger ile boğazına tıkadığı şeftali çekirdeğini size yutturuyor! Delik deşik, yara bere içinde çıkabilirsiniz filmden. Bekleyin bunu! Dahası kötü haber: ilk etapta böyle hissetmeseniz bile film sizi kovalamaya devam da edebilir, hatırlayabilirsiniz: Bu size de olabilir!
Filmin konusunu özetleyelim hemen: Seks bağımlısı Brandon’ın hayatı kardeşi Sissy’nin ne kadar zaman için olduğu bilinmeyecek bir süre için kalmaya gelmesiyle birlikte alt üst olur. Seks bağımlısı deyince yanlış anlamayalım! Bayağı bağımlı yani, malzemelerini saklayan, hayatın içersinde çizdiği profilde ufak tefek açıklar verse de genelde kendisinden seks bağımlılığı ile ilgili şüphelenilmemesini sağlayan, dışardan bakıldığında çapkın bekar erkek profiline neredeyse mükemmelen oturan, şehirli, iyi para kazanan, yakışıklı bir adam Brandon! Ama gel gör ki aradığı kadını/adamı bulamıyor bir türlü!
Ben, Brandon, Sissy ve izleyenler biliyoruz ki, buluyor, orada, yanında, daha beteri zihninde duruyor o kadın, kız kardeşi! Ama önce Brandon’ı başka kadınlarla ilişkilerinde izliyoruz. Pek çok kadınla, pek çok çeşitli görünüşlü kadınla seks yaparken izliyoruz, hıncını alırcasına, hırsla, skor sevdasıyla… Sonra gerçekten ilgisini çeken bir kadınla sevişmeyi başaramamasını izliyoruz. Duygusal bir ilişkiye girmeyi becerememesini, filmin başında metroda kız kardeşine benzeyen o kadına yarı cinsel arzu, yarı merhamet çokça aşkla bakışını izliyoruz.
Kardeşi klasik performanslarda neşeyle çığlık çığlığa söylenen “New York, New York”u boğazında düğüm var gibi, fısıldar gibi söylüyor, acı içinde, kırgın, kızgın sahneden indiğinde Brandon’ın patronunu tavlıyor, yatıyor onunla. Brandon onların seslerini dinlememek için koşuya çıkıyor. Koşuyor. Koşuyor. Hepimize dalga geçer gibi sallanan el bir yana, sistem eleştirisinin en sert imgeleri öte filmin en mükemmel, en utandıran sahnesi koşudan sonra kavgalarında geliyor.
Bir çok sahnesiyle film okullarında yönetmenlik dersi olarak okutulabilecek olan Shame, iki ana karakterin yüzleşme sahnesindeki kavgalarında kamerayı oturdukları koltuğun arkasına koyuyor. Eğer sinema da tüm diğer sanat dalları gibi bir duygu oluşturmaya çalışıyorsa Shame bunu mavinin tonundan, kameranın konumuna, oyuncuların performansından, klişelerin kullanımına kadar kutucuk kutucuk boğulduğumuz kentten harika bir kesitle sıradışı bir şekilde başarıyor. Hemen her sahnesinde seks olan, seks olmazsa ana karakterin çıplak gezdiği bir film izliyorsunuz ve şu cümleyi kurarken müsterih kalabiliyorsunuz: film, seks hakkında değil.
Hiçbir zaman kardeşinize aşık olmayacak olsanız bile, duygunuzdan kaçmak için bin kişiyle yatıp, hiçbiriyle ilişki kuramayıp, ona sen zaten benim hayatımda yüksün diye bağırıp, yine de metroda ona bir şey oldu endişesiyle koşmayacak olsanız bile zihninizde diğer cümleyi de saklıyorsunuz, o ya da bu şekilde yalnızca “insan” olduğunuz için bu size de olabilir!