Bütün harika filmlerin ortak bir noktası var, bir filmin harika olması için kesinlikle bu özelliğe sahip olması şart: Bir hikâye anlatırken, çok temelde, çok özde bir yerden insanlığa dair bir şey söylemek… Hatta bazen bilinç düzeyinde bir filmi neden sevdiğimizi bilmesek de etkilenmek bundan bence. İzledikçe insanlığa dair bir yerden kendiyle karşılaşmaktan, yüzleşmekten kimi zaman kaçmaktan…
Eros üçlemesindeki “El” gibi mesela. Nasıl da güzel sormuştu “can mı canan mı” diye. Nasıl da kalakalmıştık hepimiz. Hani aşkımızdan ölüyorduk, hani canımızdan kıymetliydi sevdiceğimiz… Güzel soruydu filmin hikâye kabuğunun içine sakladığı.
Bisikletli Çocuk da aynen öyle bir film.
Bize bir hikâye anlatıyor: Annesi olmayan, en sevdiği şey olan bisikleti dahi kendisini yetimhaneye gönderen babası tarafından mahalleden birine satılan Cyril, yetimhanenin de haşarı çocuğudur. Bir gün yetimhaneden kaçıp babasını ve bisikletini ararken Samantha ile tanışır. Samantha, Cyril’e bisikletini geri verirken aslında yepyeni bir hayat da vaad eder. Ama işler beklendiği gibi gelişmez. Cyril mahallede tanıştığı, kendinden büyük bir çocuk tarafından hırsız olarak kullanılır ve suç işler. Bir baba, oğlunun parası çalınırken ikisini de yakalar. Cyril’in yaşının çok küçük olması nedeniyle ve Samantha’nın da yardımlarıyla baba ile yasal anlaşma yapar, ardından yaşadıkları ona ders olur ve gerçekten de uslanır ve hatta öz babasının onu istememesini de kabullenir. Ne kadar sevimli değil mi? Sevgi tüm kapanan kapıların ışıklı anahtarıdır filmi. Değil işte.
Derken bir gün markette zarar verdiği baba oğulla karşılaşır. Oğul ona karşı hâlâ kızgındır, Cyril’i kovalamaya başlar, Cyril kaçarken yol kenarındaki ağaçlık bölgeye girer ve bir ağaca tırmanır. Oğlan ona taş atar. Cyril düşer. Oğlan onu kendine getirmeye çalışsa da bir türlü başaramaz ve “bir şey” olduğundan korkar. Yola çıkar. Bu sırada babası yetişmiştir, ona olanları anlatır. Birlikte ağacın yanına döner, Cyril hâlâ hareketsiz yatmaktadır. Ve işte filmi tüm şefkatli, iyicil genç bir kadınla haşarı terk edilmiş çocuğun yüzyılımızda geçen hikâyesinden derin ve harika yapan cümle o noktada gelir. Babası çocuğa, eğer bir şey olursa taş attığını söylememesini, Cyril’in kendisinin düştüğünü söylemesini tembihler. Ah insanlık nasıl da kaypak, çıkarcı, erdemsiz olabilir öyle kimse görmüyorsa! Hemen ardından Cyril uyanır ve yardım tekliflerini reddederek kalkıp gider.
Film yönetmenlerin röportajlarında da çekerken niyet ettiklerini belirttikleri iyiliğin ve şefkatin kazanacağı bir dünya hayalini sunmuyor aslında, insanı kendi varlığı ile yumrukluyor ve tam bu yüzden harika bir film. Suç öykülerine baş kahraman olacak bir çocuktan sevgi yoluyla topluma kazandırılmış bir birey hikâyesi anlatırken filmin sorduğu son soru, hem tüm izleyicileri kendini sorgulamaya itiyor hem de filmdeki neredeyse romantik sayılabilecek iyimserliği kısmen hafifletiyor, gerçeklik duygusunu arttırıyor.
Bisikletli Çocuk sinemada izlemeniz gereken filmlerden, üç ana karakter arasında geçen naif bir hikâyede mutlu bir çocukluğun bisiklet üstüne pedal çevirdiğin özgür dakikalarda saklı, sevginin ve dahası ebeveyn bildiğin tarafından seçilmenin huzur olduğunu söylüyor bize.
Ağaçtan dünyaya düşene dek.
Eda Günay
edagunay.is@gmail.com