Büyük sinemacımız Metin Erksan’ ın Susuz Yaz filmi, 45. yılı nedeniyle ve Fatih Akın’ın önerisiyle, 2008 Cannes Film Festivali’nde gösterilmişti. Hem bu girişim hem de 2007 yılında Kanal D Home Video tarafından DVD’leri tekrar basılan Sevmek Zamanı, Kadın Hamlet gibi filmler Metin Erksan’ı 2009 yılında gündeme tekrar taşıdı. Aslına bakarsanız, yönetmenin Türkiye’de, örneğin Fransa’daki sinema camiasında bile konuşulduğundan daha az üzerinde durulması oldukça dikkat çekici. Hatta 2009 yılında ve şu an 83. yaşını kutlayan Usta neden şimdiye kadar İstanbul Film Festivali’nde, hele de Türkiye’de izleme imkânını pek bulamadığımız Susuz Yaz’ın (yenilenmiş kopyası ile) anılmadı, bu sorunun üzerinde durulmalı. Peki, kimdir bu yanı başımızda ama uzağımızdaki usta? Gelin, dikkat çeken filmleri ile ‘bir büyük sinemacı’nın hikâyesine göz atalım.
Mülkiyet Üçlemesi ve Erksan Sineması’na Giriş
Henüz 23 yaşındayken daha önce hiç asistanlık yapmamış bir genç olarak ilk filmini çeker Metin Erksan. 1952 yılında çektiği Âşık Veysel’in Hayatı ya da sansürün yasakladığı adıyla, Karanlık Dünya, ilk film olmasından kaynaklanan acemiliklere, sansürden kaynaklanan bozukluklara rağmen, o güne dek Türk Sineması’nın köye yaklaşımından çok farklı ve gerçekçi yaklaşımıyla dikkatleri çekmiştir. 1958’de çektiği Dokuz Dağın Efesi ile artık sineması olgunlaşan Erksan, sonraki yıl senaryosunu Atilla İlhan ve Atıf Yılmaz ile birlikte yazdıkları, o günlerin gözde konusu ‘erkeksi kadın tiplemesi’ üzerine Şoför Nebahat filmini çeker. Çok tutulan bu film, o yıllarda değişik yönetmenlerin çektiği bir Şoför Nebahat dizisi oluşmasına sebep olur. Bu da, Erksan’ın ilginç özelliklerinden biridir: Sevmek Zamanı, Acı Hayat, Ayrılsak da Beraberiz, Susuz Yaz gibi filmleri ya defalarca yeniden çevrilir ya da isimleri ve hikayeleri başka şekillerde birçok eserde yeniden kullanılır. Hatta ustanın Sevmek Zamanı filmi, şarkıcı Kıraç’ın Yıkık adlı klipine bile esin kaynağı olmuştur!
Yönetmen olarak, edebiyat uyarlamalarına yönelerek kırsal kesim insanlarını işlediği filmleriyle başarı kazanır. Ancak, filmlerindeki estetik çerçeveleme ve görüntüler, özellikle siyah-beyaz filmlerindeki gölge-ışık kullanımları, cesur kamera hareketleri Metin Erksan filmlerini ilk bakışta diğerlerinden ayıran özelliklerdendir.
Mülkiyet temalı üç film yönetmenin filmografisinde önemli yere sahiptir. Toprak üzerindeki mülkiyeti konu alan 1962 yapımı Yılanların Öcü, üçlemenin ilk filmidir. O yıllarda kitabı ve tiyatro oyunu büyük yankı uyandıran, Fakir Baykurt’un aynı adlı eserini filme çekmek cesaret ister, nitekim filme sansür gelir. Film çekmenin yanı sıra sansürle nasıl baş edileceğini de öğrenen deneyimli yönetmen, bir yolunu bulup filmi Çankaya’da Cemal Gürsel’e izletip beğeni ve onayını alınca, filmi sansürlemeye çalışan kurul ne yapacağını şaşırır. Erksan, bu kez de Gürsel’in öğüdüne maruz kalır: “Yahu filmin içindeki bütün adamların ense kulakları yerinde, hâlbuki bizim köylümüz çelimsizdir, zayıftır. Bundan sonraki filmlerinde buna dikkat et!”. 1964 yılında üçlemenin ikinci filmi Susuz Yaz gelir. Bu kez konu su mülkiyetidir. “Susuz Yaz her bakımdan Türk Sineması tarihi açısından bir kilometre taşıdır. Bir yanı itibariyle öğretici bir filmdir. (Filmin Habil/Kabil hikâyesine de bir gönderme olması bakımından) Ulusalla evrenselin ne ölçüde iç içe geçebileceğinin en önemli göstergesidir. Ayrıca Türk Sineması’nın sanatsal anlamda dünya ölçeğinde girişim yapma cesaretinin öncüsü olmuştur” der Kurtuluş Kayalı. Hülya Koçyiğit’in ilk filmi olan Susuz Yaz, sinemamızda ilk uluslar arası ödülün de (1964 Berlin Altın Ayı) sahibidir. Erksan, Berlin’den dünyaya Türk Sineması’nın varlığını duyurmuştur bu filmiyle. Sansür Kurulu bu filmi de ihmal etmeyip, tarlalardaki başakların cılızlığını bahane etmiş ve ölen kocasının erkek kardeşiyle evlenen kadının Türkleri kötülediğini iddia etmiştir.
Üçlemenin son filmine geçmeden önce bir parantez açarak Türk Sinema Tarihi’nin en iyi filmlerinden birisi olarak görülebilecek Sevmek Zamanı’na değinmek yerinde olur. Doğu’ya özgü ‘surete âşık olma’ temasını, son derece incelikli ve şiirsel bir dille işleyen Metin Erksan, yarattığı görsel dünya ve temel olanın insan olduğu düşüncesi ile 1965 yılında çektiği bu filmde evrensel bir başyapıta imza atmıştır. Film üzerine düşüncelerini şu şekilde ifade eder yönetmen : “Sevmek Zamanı, büyük toplumsal sorunları çözme, bir eyleme önder olma, Türk Sineması’na yeni bir şeyler getirme, uluslar arası film yarışmaları için yapılma gibi tutarsız ve boş savlardan uzaktır. Sevmek Zamanı yalnızca insanın dramını anlatır”. (Metin Erksan, “Sevmek Zamanı neyi anlatır veya sinema üzerinde düşünme”, Görüntü Dergisi, 1966).
1968 yılında çektiği Kuyu ile insan/kadın üzerindeki mülkiyete değinen Erksan bu filmle ‘mülkiyet üçlemesi’ni tamamlar. Kadının, erkek ve toplum önündeki çaresizliğini, tüm direnmesine karşın istediği biçimde yaşayamamasını anlatır film. Kuyu, Müthiş (!) sonu ile de unutulmazlar arasına girer.
Filmlerine bu şekilde kısaca değindiğimiz Metin Erksan’ın sinemacı/sanatçı kişiliğine baktığımızda üç sıfat öne çıkar: entelektüel, muhalif ve müstakil.
Metin Erksan: Entelektüel, muhalif ve müstakil
Sinema Erksan için ‘bilinçli’ bir tercihtir. O dönemde Türkiye’de sinema bölümü bulunmadığından en yakın bölüm olarak gördüğü sanat tarihi eğitimi alan Erksan, 19 yaşından başlayarak eleştiri yazıları ve sinema üzerine makaleler kaleme almıştır. Ona göre, “Bir sinemacı hem düşünür, hem yazar, hem de rejisör olmak zorundadır”. Sinemaya bakışı da son derece kapsamlı ve entelektüeldir. “Sinema sanatı anlam ve kavram olarak şöyle tanımlanabilir: İnsanı öğrenmek, düşünmek, bilmek, anlamak, tanımlamak, çözümlemek, yermek, övmek; insanı içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal, ruhsal vb. ortamların, çıkmazların, çelişkilerin, karşıtlıkların bilincine vardırmak. İnsanı tüm gereksinimleri, içgüdüleri ve düşünceleri içinde incelemek, araştırmak, tanımlamak, algılamak, düşündürmek, konuşturmak” der Metin Erksan. Sanat hakkındaki görüşünü de açıkça ortaya koyar: “Sanat insan içindir, toplum için ya da sanat için değil!”.
“Benim totem ve tabum düşünce özgürlüğümdür” diyerek ortaya koyduğu muhalif tavrından hiçbir zaman vazgeçmez. Zaman zaman yanlış anlaşılsa da sinema üzerine söyledikleri olay olur, sansürle de başı epeyce derde giren Erksan boyun eğmez, gerektiğinde Sevmek Zamanı, Susuz Yaz gibi filmlerine yapımcı bulamaz, kendi parasıyla çeker. Sevmek Zamanı hiçbir zaman sinema salonlarında gösterim şansı bulamaz! Hâkim anlayışa karşı çıkıp ‘kendi için film çektiğinden’ çoğunlukla göz ardı edilir, sinemasına hak ettiği önem bir türlü verilmez. Türk Sineması’ndaki ilk Toplumsal Gerçekçi filmi (1960, Gecelerin Ötesi) o çeker. “Her mahallede bir milyoner” anlayışını topa tutan yönetmen aynı mahalledeki ‘kayıp gençlik’e çevirir bu filmde kamerasını. Bugün bu film üzerine ne bir değerlendirme yapılır, ne de neden ilk toplumsal gerçekçi film olduğu üzerinde yeterince durulur. Kurtuluş Kayalı’nın ‘Bir yalnız adam’ olarak nitelediği Metin Erksan’ın en ilginç ve yaratıcı sinemacılardan birisi olduğuna inanan Hasan Bülent Kahraman şu tespitte bulunur: “Erksan, dışarıda yaşayan bir sinemacı olsaydı yapıtları hakkında, hele sundukları müthiş sosyal ve psikanalitik zenginlikten dolayı kim bilir ne yazılar ne kitaplar yazılırdı. Oysa şimdi birkaç tanesi hariç filmlerine bile ulaşamıyoruz izlemek için…”. Bu saydıklarımızın çoğu –başka etmenler olsa da- Erksan’ın muhalif kişiliği ile alakalıdır.
Metin Erksan kendini ‘müstakil’ bir sinemacı olarak tanımlar. Yılar önce “Ben kendim için film çekerim” dediğinde belirli bir geleneğe/akıma bağlı olmadığını anlatmak istemiştir. Kendisi gibi, Metin Erksan’ın filmlerinde yarattığı karakterleri de kendine özgüdür. Yönetmen, Türk sinemasının geleneksel iyi-kötü karakterler ayrımını bulanıklaştıran filmler çevirerek Türk sinemasının geliştirdiği ve uyguladığı şablonları kırmıştır. Filmlerinde tanınmamış oyunculara yer vererek Yeşilçam’daki ‘star sistemi’ni yıkan da odur. 2004’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü Cumhurbaşkanı’nın elinden alırken yaptığı konuşma, müstakil Metin Erksan’ı yansıtır: “Hayatım boyunca kendi kurduğum Sinema İşçileri Sendikası ve Sinema Yönetmenleri Derneği dışında hiçbir örgüte, derneğe üye olmadım. Hiçbir ideoloji, hiçbir -izm yanlısı, yandaşı, savunucusu da olmadım”.
Son filmi Sensiz Yaşayamam’ı 1977 yılında çeken bir yönetmenin üzerinde hala duruluyor, filmleri büyük bir merak ve ilgiyle izlenebiliyorsa Metin Erksan büyük bir sinemacıdır demektir! Bu büyük sinemacı – gerçekte olduğu gibi– sinemamızda da hala yaşıyor, değerini bilenler için elbette…
Sonsöz
“Şimdi yeni bir kuşak yetişiyor ve onların Metin Erksan sinemasına tutkun olduğunu biliyorum. Yakın bir dönemde filmlerinin yeniden ve çok yoğun bir biçimde izleneceğini, yeniden değerlendirileceğini söylemek kehanet değil. Bence siz hiç vakit kaybetmeden hemen başlayın bu çok ilginç sinemacının filmlerinden bulabildiklerinizi izlemeye…” – Hasan Bülent Kahraman.
* Bu yazı, “Metin Erksan hâlâ yaşıyor!” adıyla ilk kez 28 Kasım 2009 tarihinde Sinema Defteri adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.
Yararlanılan Kaynaklar:
1) Şükran Esen, “Türk Sinemasının Kilometre Taşları”. İstanbul Naos Yayınları. 2002, Sayfa 66–79.
2) Kurtuluş Kayalı, “Metin Erksan Sineması’nı Okumayı Denemek”. Ankara Sinema Derneği/DOST Kitabevi, Eylül 2004.
3) Birsen Altıner, “Metin Erksan Sineması”, İstanbul Pan Yayıncılık, 2005.
4) Hasan Bülent Kahraman, “Susuz Yaz ve Metin Erksan”, Sabah Gazetesi, 24 Mayıs 2008.
5) Reyhan Yıldız, “Metin Erksan neden öldürüldü?”. 19 Ocak 2007 http://www.tiyatro.net/makale/232/metin_erksan_neden_olduruldu.html
6) Eyüp Halit Türkyazıcı, Portre / Metin Erksan / Kültür – Sanat / Milliyet Blog, 3 Nisan 2008 http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=101866
Soner Sezer
sonersezer@gmail.com