Cüretkâr ve kışkırtıcı İngiliz yönetmen Sally Potter eskiden beri aykırı biri oldu. Kadrosunu sadece kadın oyuncuların oluşturduğu bir film çekmişti (Gold Diggers) ve bir keresinde de tamamen manzum şeklinde yazılmış bir öykü anlatmıştı (Yes). En başarılı bulunan filmi 1992’deki Orlando, Tilda Swinton’ın kariyerindeki çıkış noktasıydı. Fakat 63 yaşındaki yönetmenin son filmi Ginger and Rosa şimdiye kadarki eserlerinin en ulaşılabiliri olabilir.
1962’deki Küba füze krizi döneminde geçen filmde, Ginger rolündeki Elle Fanning Londra sokaklarında nükleer silahları protesto yürüyüşüne katılan 16 yaşındaki kızıl saçlı bir kızdır; gençliğinde bu yürüyüşlere katılmış, kızıl saçlı Potter gibi. Ginger’ın arkadaşı Rosa (Alice Englert) politika uğruna erkeklerle takılmaktadır ve Ginger’ın anarşist babasını da gözüne kestirmiştir.
Yönetmenin son filmi Ginger ve Rosa üzerine Time Out’a verdiği söyleşiyi yayınlıyoruz.
Ginger ve Rosa sizin şimdiye kadarki en ulaşılabilir filminiz. Çok kişi tarafından izlenmesi yönünde bir gayretiniz oldu mu?’
Evet, yıllar boyunca edindiğim estetik alışkanlıklarımın bazılarından kurtulmak istedim. Niyetim kendimi baştan keşfetmek değil, hikâye anlatımındaki çok temel ve esas bir özelliğe dönmekti: Karakter ve imge.
Film 16 yaşındaki iki yakın arkadaşla ilgili. Birbirlerine karşı o kadar tutkulular ki, ilişkileri ilk aşkı andırıyor.
Her konuda ilk aslında. Bu tarz arkadaşlıklara genelde önem verilmiyor. Fakat o yaşlarda sahip olduğum arkadaşlarımla ilgili çok önemli anılarım var. Ciddi ve derin ilişkilerdi.
Ginger ve Rosa Küba Füze Krizi döneminde geçiyor ve Ginger da protestoculardan biri. Bana göre, o yılları yaşamamış birinin, o dönemin tarihteki yerinin ne kadar korkunç olduğunu anlaması çok zor. Dünya nükleer savaşın eşiğindeydi.
İklim değişimi gerçekleriyle alakası bulunan biri anlayabilir.
Ama yine de 30, 50 yıl öncesinden bahsediyoruz…
Evet, Küba füze krizi sanki yarın sabah dünyanın sonu gelebilirmiş hissini vermişti.
O döneme dair anılarınız ne kadar taze?
Hayli taze. 12 veya 13 yaşındaydım ama Aldermaston yürüyüşlerine [nükleer karşıtı gösteriler] hâlihazırda katılmıştım. Atom bombasının Hiroshima ve Nagasaki’ye neler yaptığını, o mutlak korku hissini daha çocukken öğrenmiştim.
Peki filme ne kadar otobiyografik diyebiliriz?
Bir yüzde veremem. Kendi gözlemlerimden bazılarını resmettim ama daha çok hayal gücüm vardı.
Ginger protesto yüzünden tutuklanıyor. Siz tutuklanmış mıydınız?
O dönemde değil, 70’lerdeki işgal hareketi sırasında tutuklanmıştım.
Ginger ve Rosaiçin İngiliz olmayan oyuncular seçtiniz. Seçmelerde kaç aktrisle görüştünüz?
Facebook’tan 2000 kişiyi seçmelere aldık. Daha sonra Amerikalı casting yönetmeni, Elle’in seçmelerdeki görüntülerini yolladı. Muhteşemdi. Onunla tanışmak için hemen Los Angeles’a gittim. Gergindim çünkü daha 12 yaşındaydı. 16 yaşındaki bir karakteri nasıl oynayacaktı? Ama iki yaşından beri filmlerde oynamıştı, dolayısıyla çok derinlikli, çok olgun bir oyuncuydu. Tüm bunlara rağmen hiç şımarık değildi. Onunla çalışmayı kesinlikle çok sevdim. Onu seviyorum.
Peki Alice Englert?
Onu da seviyorum. Jane Campion’ın kızı ve daha önce de oyunculuk yapmış ama bu, onun ilk büyük rolü olacak.
Tüm yükün gençlerin sırtında olması size bir kaygı verdi?
Hayır. Oyuncu seçim sürecini son derece ciddiye alırım. Özenle ve gerçekten ağır bir şekilde çalışırım. Doğru olduğuna tamamen inanana dek kimseye rolü vermem zira rolü ona verdikten sonra sorumluluk benimdir. Her şeyimi veririm. O aşamada kendime güveniyorum.
Yani şöyle bir durum olmadı: “Elle Fanning’i tanıyan çok, onu alalım.”
Hayır, öyle bir stratejim yoktur.
Düşük bütçeli ve deneysel filmler çekiyorsunuz ama Johnny Depp (The Man Who Cried, 2000) ve Jude Law (Rage, 2009) gibi şöhretli oyuncuları da çekmeyi başarıyorsunuz. Bu oyuncuları mülakata almak ne kadar farklı?
Çok tanınmış bir oyuncuyla görüştüğünüzde, bu çift taraflı bir mülakata dönüşüyor. Ona bakıyor ve şöyle düşünüyorsunuz: “Seninle çalışabilir miyim?” O da size bakıyor ve şöyle diyor: “Büyük hatalar yapmayacağımı garanti edebilir misin?”
Ginger ve Rosa’da Ginger’ın annesi için Christina Hendricks ile çalışıyorsunuz. Genelde oynadığı rollerin aksine, kocasının sürekli aldattığı pasaklı bir ev kadını rolünde. Neden böyle bir seçimde bulundunuz?
Los Angeles’taki casting yönetmeni bu fikri vermişti. Oldukça şaşırtıcı bir düşünceydi. Christina seçmelerde çok güzel, etkileyici bir performans sergilemişti. Bence fark edilmeye veya bir tiple özdeşleştirilmeye başlandığında bir oyuncu için işler çok zordur. Mad Men’i seviyorum. Christina’nın görünüşünü ve vücudunu takdir ediyorum. Ama bu filmde, onun farklı özellikleri üzerinde çalıştık.
Filmde olağanüstü performanslar görüyoruz. Savaş zamanı barış yanlısı olan Ginger’ın babası Roland rolündeki Alessandro Nivola harika bir iş çıkarıyor. Prensiplerine çok bağlı ama fazlasıyla hasar görmüş biri.
Umarım bunu da yazarsınız. Bence hak ettiği görmemiş, muazzam bir oyuncu.
16 yaşında okulu bıraktınız. Nasıl bir gençtiniz?
İlk 8mm’lik filmimi 14 yaşındayken çektim ve bir yönetmen olmayı yürekten istiyordum. Okulu bıraktım ve kendime yeni bir yol çizdim. Restoranlarda çalıştım, havuçları yıkadım. London Filmmaker’s Co-op’a girdim. Önce küçük, küçücük filmler çektim, sonra işler giderek büyüdü. Ardıma bakıyorum ve inanamıyorum. Tek başıma yaşamak, yönetmen olmayı istemek… 16 yaşındaki gençlerle tanışıyorum. Hepsi o kadar genç, o kadar tatlılar ki…
Kariyeriniz boyunca ana akım sinemanın dışında kaldınız. Hiç niyetlendiğiniz oldu mu?
Hiçbir zaman bir kariyer planı yapmadım. Sıradaki işim her neyse, ona karşı tutkuyla yaklaşmak istiyorum. Arada bir şöyle düşünüyorum: “Tanrım, acaba doğru karar mı verdim? O senaryoları geri mi çevirmeliydim?” Mali açıdan yani.
Çeviri: Melih Tu-men