Yaz sezonunda vizyonda Hollywood’un “blockbuster” denilen büyük bütçeli gişe canavarı filmleri arka arkaya gösterime girerek seyircilerin büyük bölümünü konforlu salonlara çekiyor. Eğer siz de 3D görüntü ve özel efekt bombardımanından rahatsız olanlardansanız ve sinema salonunda her şey konfor değildir düsturundan yola çıkarak “kaliteli” filmler peşindeyseniz… sizler için vizyona sınırlı sayıda kopyayla giren can simidi birkaç film önerimiz var.
Kutsal Motorlar (Holy Motors)
Her bünyeye uygun olmamakla birlikte bu senenin en yaratıcı çalışmalarından biri olan Leos Carax’ın uzun süre sonra dönüşünü müjdelediği Kutsal Motorlar, bu yazın en dikkat çeken filmlerinin de başında geliyor. Filmde, farklı kimliklere bürünen ve büründüğü kimliklerin yaşantılarını bir performans olarak sergileyen Bay Oscar’ın hikâyesini izliyoruz. Her şeyin bir simülasyon gibi yaşandığı, yanılsamanın ve yabancılaşmanın sınırlarının belirsizleştiği, benlik yerine personaların belirleyici olduğu bir ortamda gösterinin yanıltıcı doğası da açığa çıkıyor. Filmde Oscar ne kadar çok kişinin kimliğine bürünürse, aslında hayatı o kadar az deneyimliyor. Oscar’ın hüzünlü yabancılaşmasının ve hayatının bir gösteriden ibaret kalmasının yanında, seyirci de Oscar’ın çözülüşüyle birlikte gösteriye katılımını sorguluyor.
Camille Claudel, 1915
Son zamanlarda fazlasıyla metafizik alanlara merak salan ve Hıristiyan inancın açıklayamadığı ve kurcalanmamasını buyurduğu bölgelerde gezinen Bruno Dumont son filminde yeryüzüne biraz daha yaklaşıyor. Çok trajik bir hayat hikâyesine sahip heykeltıraş Camille Claudel’i Juliette Binoche’un bedeninde yeniden canlandırıyor. Binoche’un tabiri caizse döktürdüğü ve tek başına sırtladığı filmde güzel olan tarafsa, filmin “klasik Oscar filmi” kusursuzluğunda bir portre çalışmasından çıkarak, bir ucuyla da günümüzdeki tartışmalara uzanması… Sanat ve sanatçı arasındaki ilişkiden tutun da sanatçı ve din arasındaki ilişkiye, modernizmin insanı delirten ama deliliği bile sakıncalı bulan hastalıklı işleyişine kadar pek çok şeyi filmde bulmak mümkün.
Savaşın Gölgesinde (Lore)
Konusuna bakıp “aman yine mi 2. Dünya Savaşı filmi” diye ilk etapta uzak durmak isteyeceğiniz Lore, ilk dakikalarından itibaren genel önyargıyı kıracak bir yapım. Filmde, bir Nazi subayının ailesinin gözünden savaşın bittiği ana ve hemen sonrasına tanıklık ediyoruz. Yahudi Soykırımı yaşanırken, bir Nazi ailesinin dramına odaklanmak ilk etapta “politik doğruculuk” olarak sıkıntılı bir tercih gibi gözüküyor fakat yönetmen Cate Shortland inanılmaz bir ustalıkla filmini ince ince dokuyor. Almanların Hitler’e olan bağlılığı, propagandanın kimlik üzerinde yarattığı travma, otoriteye boyun eğme gibi pek çok başlık film süresince alttan alta tartışmaya açılıyor ve film başladığı yerden çok farklı bir yerde sonlanıyor. Ülkemize biraz gecikmeli olarak uğrasa da, kesinlikle bu yılın en iyi filmlerinden biri olmaya aday…
Hayallerin Ötesinde (Imagine)
Vizyon için son film önerimiz ise diğer iki filme nazaran seyri daha kolay, daha hafif bir seyirlik. Imagine’de görme engelli insanlar için özel eğitim veren bir enstitüye atanan bir öğretmenin hikâyesi üzerinden görme engellilerinin dünyasıyla tanışıyoruz. İlk anda akla gelebilecek Hint filmi Black’in aksine ajitasyondan özellikle kaçınan yapım, komik ve romantik olduğu kadar oldukça da samimi. Hafif bir yaz seyirliği arayanlara rahatlıkla tavsiye edebiliriz. (Filmin vizyon tarihi 9 Ağustos)