Vampirli filmlerin, dizilerin, çizgili, çizgisiz romanların daha envai çeşit nelerin de nelerin büyük bir popülariteyle seri üretim ürünleri gün be gün sayılarına yenilerini ekleyedursun, türünün hoş bir örneği olan Bram Stoker’s Dracula sinemada kendine has özel bir tada sahip nadir vampir filmlerinden biri olarak yirmi yıla yakın süredir önemini korumakta.
Bram Stoker’ın yazdığı Dracula romanının en iyi sinema uyarlamalarından biri olan 1993 yapımı filmin yönetmen koltuğunda Francis Ford Coppala otururken, Drakula rolünde gerek oyunu gerek karizmasıyla rolünün hakkını fazlasıyla veren Gary Oldman’ı görmekteyiz. Oldman, Dracula karakteriyle sinema tarihinin belki de en etkileyici vampir-Dracula örneklerinden birini vermekte.
Türün tarihine baktığımızda 1922’de F. W. Murnau’nun Nosferatu’suyla başlayan Vampirlerin sinema macerasında Murnau başta olmak üzere; Werner Herzog’dan (Vampir Nosferatu/Nosferatu Phantom der Nacht) Tony Scott’a (Hunger), David Crononberg’den (Rabid) Guillermo Del Toro’ya (Blade II), Roman Polanski’den (The Fearless Vampire Killers) Neil Jordan’a (Interwiew With The Vampire) ordan Chan Wook Park’a (Thirsty/Bakjwi) kadar birçok usta yönetmenin ismine rastlamak mümkün ve şüphesiz ki Coppala’da Draculaile türün en iyi örneklerinden birini veren ustalardan.
Konusuna aşina olan çoktur ama yine de şöyle bir üstünden geçmek gerekirse; Genç Avukat Jonathan Harker (Keuna Reeves) şirketinin verdiği bir görev için Transilvanya’ya Kont Drakula’nın şatosuna doğru yola çıkar. Görevi Kont’a Londra’dan almak istediği mülk için aracılık etmektir fakat Londra’da bıraktığı nişanlısı Mina’nın (Winona Ryder) resmini Kont’un görmesiyle Jonathan artık kalede bir esir haline gelir çünkü Mina, Kont’un 400 yıl önce ölen karısına tıpatıp benzemektedir. Kont Londra’ya yaptığı yolculukla Mina’ya ulaşır ve 400 yıl önce yarım kalan aşk küllerinden doğarak gücüyle Drakula’nın da kurtuluşu olur.
Film gösterime girdiği yıl üç dalda Oscar’ı kucaklar; bunlar en iyi kostüm, en iyi makyaj ve en iyi ses kurgusudur. Gerçekten de aşırı stilize görselliği ve teknik kusursuzluğuyla Dracula zevk alınarak izlenecek bir seyirlik sunmaktadır. Uçuşan saten kumaşların olduğu kadar kanlı bir şekilde gövdeden kopan kafalarında bu stilizasyona katkı sağladığı söylenebilir. Filmin yarattığı atmosferin gücü; müziklerden kostümlere, mekanlardan efektlere her bir öğenin üstüne düşen vazifeyi makul ölçülerde yerine getirmesiyle baskın bir şekilde kendini gösterirken, Drakula’nın da en önemli unsuru olabilmiş. Tüm bu stilizasyon; yönetmenin teknik yetkinliklerini sonuna kadar ama yerli yerince kullanması, senaryonun makul yapısı, ünlü oyuncuların bolluğu ve karakterlerine uyumlarıyla birleşimi ortaya sadece türünün değil hem yönetmenin filmografisinin hem de sinema tarihinin önemli klasiklerinden birini çıkarıyor.
Günümüz vampir filmlerinin-dizilerinin hitleşen tematik yapısını oluşturan -ergen aşkı- merkeziliğinin aksine Drakula tam bir yetişkin filmi. Her bir kan emme sahnesinin cinsellikle iç içe geçmesi vampir kültünün metaforik alt yapısının cinsel birleşme olduğuna dair yapılan okumaları haklı çıkartan bir paralellikte. Tüm bunlar bir yana sadece filmin genel atmosferindeki karakterler arası gerilimlerle dahi her daim bu hava hafif hafif eserek kendini hissettiriyor.
Totaldeki tüm bu özellikleriyle Bram Stoker’s Dracula eli yüzü düzgün bir vampir filmi izleyeyim diyecek olunursa bu beklentiyi fazlasıyla karşılayabilecek niteliklere sahip bir film iken, türünün ister evvelden olsun ister son çıkan popülerörneklerinin sürüklemesiyle olsun hayranı olanlar için ise kesinlikle eksik bırakılmaması gereken bir zinciri.
Fatıma Güner
fatima.m.lotus@gmail.com