1500’ler, Amerika kıtası, coğrafi keşiflerle sayıları gittikçe artan konuklarını ağırlamakta. Aguirre’nin de bir ilham kaynağı olarak sıklıkla bahsettiği gibi Meksika keşfedilmiş. Herzog’un kamerasının muhatabı küçük grubumuzun kızıl elması ise El Dorado adında altın zengini olduğu belirtilen bir şehir ve onun fatihi olma şerefi.
Filmin konusunu bu kadar resmi ve gerçek olaylara sadık kalınmış gibi açıklamış olsak da aslında filmin gerçek olaylardan esinlenmesine rağmen bundan ötesini de yapmadığını eklemek yerinde olacaktır. Örneğin dış ses anlatımıyla olayın, onun günlüklerine dayandırıldığı rahip Gaspar de Jalvacal bu tarihlerden çok önce bölgeye gitmiş aslında.
Filmin başındaki Kızılderili kölelerden ve İspanyol askerlerinden oluşan grup, arazinin zorluğu dolayısıyla keşif için daha küçük bir gruba ayrılmak zorunda kalıyor ve asıl hikâyede bundan sonra başlıyor. Grubun komutanlığı Don Pedro de Ursua’ya verilse de; asıl kahramanımız Don Lope de Aguirre bu küçük grupta etkinliğiyle Ursua’yı saf dışı bırakarak egemenliği ve istediğini yapmak için gerekli olan gücü eline alıyor. Zaten tüm bu film evreni içinde asıl anlatım nesnesi de Aguirre’den başkası değil bir bakıma. Hikâye inşasını tamamlamış ve seyircisini atmosferine aşina kılmış film, bundan sonra asıl meselesine odaklanıyor gibi: Aguirre’ye…
Herzog’un sonraki birçok filminde de beraber çalışacağı Klaus Kinski tarafından canlandırılan Aguirre, en kısa ifadesiyle, aşırı rahatsızlık verici rahatsız bir karakter. Sarı saçları ve mavi gözleriyle perçinlenen soğuk ve tekinsiz dış görünüşü, jest ve mimiklerinin bariz tuhaflığı ve de en önemlisi kendini açtıkça tüyleri ürperten fikirlerinin peşinden her şeyi ezip geçebilecek kişiliği… Grubun ayrılmasıyla kısa bir sürede yönetimi ele alan Aguirre asıl amacına ulaşıyor ve El Dorado’ya ulaşmak için aşılması elzem olan yolculuğu başlatıyor.
Filmin açılış sahnesinde daha en başından vurgulanan doğanın zorlayıcı koşulları ile yerlilerin ara ara grubumuza vermiş olduğu rahatsızlıklar herkesi canından bezdirecek, hatta son kertede aklını yitirtecek bir noktaya sürüklerken; sadece Aguirre’yi ve sahip olduğu amaca iradi bağlılığını hiç ama hiç etkilememektedir. Aşırı megaloman kişiliği, topluluğa ara ara verdiği tüyler ürpertici nutuklar dışında pis işlerini yaptırdığı Perucho’ya verdiği emirlerde de aşırı bir edebileştirmeyle zeminini bulurken; kişiliğinin rahatsız ediciliğini sağlayan saç ayaklarını şu şekilde sıralayabiliriz:
- Amaca giden yolda her şeyin mubah sayılması ve tereddütsüz uygulanması.
- Amaca hizmet etmeyecek bir şey canlı bile olsa asla dikkate ve değere tâbi olmaması (ki burada Aguirre’nin duygusal bir değer biçtiği kızının bile filmin sonunda söylediklerinden anladığımız üzere gözündeki değeri mutlak amacıyla ilintilidir.)
- Kati bir irade, keskin bir zekâ ve üstün bir kabiliyet (bir kabiliyetsiz veya aptal yeterince güçlü olamayacağından şüphesiz ki rahatsız olmaya değer bulunmazdı.)
- Ve tüm bunları sarıp sarmalayarak bizi etkisi altına alan ruhsuz çılgınlığı.
Sonuncusu öylesine baskın ki üçüncü maddede saymış olduğumuz özellikleriyle bir deha olarak addedilebilinecekken bu baskınlık onu çılgın kategorisine yerleştirmektedir. Bu yargıya destek olarak tuhaf vücut dilinin belirtilmesinin bile yeterli olacağı kanaatindeyiz. Tam burada Aguirre’ye kabuğunu ödünç veren Klaus Kinski’den de bahsetmek yerinde olacaktır. O dönemin en ilginç aktörlerinden biri olan Kinski, fevri ve çılgın kişiliğiyle kabul ettiği filmleri yarıda bırakmasıyla ünlüyken, birçok yönetmenin onunla çalışmaya cesaret edemediği bilinen bir gerçek. Yönetmeninin de çok makul olmadığı, set koşullarının ise bu kadar zorlayıcı olabileceği bir mekânda çekimi yapılan böyle bir filmde ise problemler yaşanmadığını söylemek çok mümkün değil ki öylede olmamış ve efsaneleşen zorlu çekim maratonuyla da Aguirre Wrath Of The God bir kült olmayı başarmıştır. Halefi olarak nitelendirilebilinecek Apocalypse Now’da (Coppala, Apocalypse Now filminde Aguirre Wrath Of God’dan ilham aldığını belirtir.) hem film içeriğinde hem çekim sürecinde selefini takip etmiş ve bir efsaneye dönüşmüştür.
Aşırı dominant ve diktatörlüğü de aşan yöntemleri, Kızılderili’lere verdiği değerle ispat edilen ırkçı prensipleri, arî ırk yaratma ideali ile Aguirre, bir Hitler portatifi olarak da yorumlanabilmiş iken tüm bunların katkısıyla sinema tarihinin en uçuk, en sağlam ve en çarpıcı karakterlerinden biri olarak nitelendirilebilinir diyor ve sözü Aguirre’nin filmin çok kilit bir yerinde duran çarpıcı söyleviyle noktalıyoruz.
Ben büyük bir vatan hainiyim.
Benden büyüğü olamaz!
Firarı düşünenler 198 parçaya
ayrılacaklar!
Ardından duvar boyası haline
gelinceye kadar çiğnenecekler.
Her kim bir mısır tanesi fazla yer
ya da bir yudum fazla su içerse
155 yıl kilit altında tutulacak!
Eğer ben, Aguirre, kuşların
ölüp, ağaçlardan düşmelerini istersem
kuşlar ölüp, ağaçlardan düşecekler.
Ben Tanrı’nın Gazabıyım!
Bastığım yer, beni görür
ve titrer!
Fakat beni ve nehri her kim izlerse,
muazzam zenginlik kazanacak.
Ancak, firar edenler…
Fatima Güner
fatima.m.lotus@gmail.com