Altı kez Cannes Film Festivali’nden ödülle dönmüş ve kırk senelik sanat hayatına onlarca dizi ve film projesi sığdırmış, toplumsal konulara kamerası ve kalemiyle parmak basan yönetmen ve senarist Ken Loach ve İşte Özgür Dünya, Özgürlük Rüzgarı, Afilli Delikanlı filmlerinin ve bu filmle beraber daha bir çok projenin de senaristliğini üstlenerek Ken Loach ile birlikte çalışan Paul Laverty, bu sefer bizi günümüze, İskoçya’nın Glascow şehrine götürüyor ve karşımıza kamu hizmeti cezası almış “azılı” suçluları diziyorlar. Adil bir yaşamın mümkünatının mizahi bir dille sorgulandığı filmde, sicil dosyası oldukça kabarık tam bir “baş belası” Robbie, alkolik Robert, anıtlara karşı antipati besleyen Rhino ve eşyaları aşırmak konusunda üstüne tanımayan Mo’nun hayatlarını sarmaşık gibi ören suçla dolu geçmişlerinden ve parmaklıklar ardında kalmaktan kurtulmaya çalışmalarının komik ama bir o kadar da macera dolu hikayesi sunuluyor.
2012 senesinde Cannes Film Festivali’nde Özel Jüri Ödülü kazanmış ve Filmekimi’nde de gösterilmiş Meleklerin Payı, ismini viskilerin fıçıları açılırken ruhunun % 2’sinin kaybolmasından alıyor. Aslında içinde çelişki bulunan bu tanımdan hareketle film, kamu düzenine karşı işlenen suçları, büyük kapitalist ülkeler ve devlet elince belli “kesimlere” sunulan avantajlardan yararlanamayan küçük grupların kendi küçük dünyalarının sunduğu nimetlerden (!) bir kaçış ve hayatın her alanında kendilerine karşı uygulanan ayrımcılığın üstünü örtmek için işlenen zarar verici ama bir o kadar da üzerine düşünülmesi gereken eylemleri, hem kurban hem de suçluların gözünden ve mizahi bir dille odak noktasına koyarken biz, izleyicileri polis-birey çatışmasıyla da yine aynı dille yüzleştiriyor. Buna paralel olarak Leoni, Robbie ve çocukları Luke, bir diğer taraftan kamu görevlisi “babacan” Harry ve Robbie, Albert, Rhino, Mo ekseninde aile, birlik ve dayanışma içinde olma kavramlarını masaya yatırarak karakterlerin dezavantajlı yaşamlarından verdikleri hayatta kalma ve paçayı sıyırmak için yürüttüğü mücadelelerine ışık tutuyor.
Film, perdesini açtığı anda bizi, işledikleri suçlar sebebiyle adı çıkmış dokuza inmez sekize Robbie, Albert, Rhino ve Mo ile tanıştırarak özellikle Robbie ekseninde ilerliyor ve Leonie isimli kız arkadaşıyla ilişki yaşarken ve baba olmaya hazırlanırken girdiği büyük değişime rağmen hâlâ o “kara lekesi”ni hayatından silememesinin onu ve aynı zamanda ailesini de sonu belli olmayan ve tehlikelerle dolu bir noktaya sürüklediği gerçeğini aşmak için verdiği çabayla karşı karşıya getiriyor. Hayatını idame ettirme noktasında, sevgilisinin ailesi ve hâlâ kavgalı olduğu rakipleri yüzünden ötelenen, saklanmaya zorlanan, düzenli bir yaşam kuramayan Robbie, sevgilisi Leoni’nin talepleri sebebiyle ve bir çocukları olacağı için utanç dolu geçmişini hayatından çıkarmak ister. Kamu hizmeti cezasında tanıştığı arkadaşları ve kamu görevlisi Harry’nin viskilere duyduğu tutku, bu arzusunu gerçekleştirmek için yine kendi usulünce bir yol bulmasını sağlayacaktır.
“Düzen, kaostan doğar” fikriyle ilerleyen durgun bir tempoda ama merak uyandırıcı bir olay örgüsüyle ilerleyerek, “adalet” kavramına karşılık gelen fikriyatı da eleştiriyor, bu hiyerarşik ve şiddet dolu düzenden kaçışın dürüstlükle mümkün olup olmayacağını karakterlerin para kazanmak için gerçekleştirdiği plan ekseninde izleyicileri düşünmeye sevk ediyor. Bu paralelde Meleklerin Payı, aslında biraz da ikinci şanstan yana tavır alıp iyimser ve samimi bir tonda ilerliyor.
Ken Loach ve Paul Laverty ikilisinin yapımlarını takip edenler için biraz daha şaşırtıcı bir üslupla devam edip sonlanan film, hiç kuşkusuz izleyenleri son ana kadar da merak içinde bırakacak. İşsizlik, devlet elince mülksüzleştirme, damgalanma konuları ekseninde Glascow’dan Highlands’e uzanan macera dolu ve dostluğu irdeleyen Meleklerin Payı,başarılı oyunculukları ve hiç beklenmedik bir yöne gitmesine rağmen hiç aksamayan zekice ve eğlenceli hikâyesiyle sinemaseverlere samimi, eğlenceli ama bir o kadar da üstüne düşünecekleri bir seyirlik vaat ediyor.
Gizem Aslan
g.aslan91@hotmail.com