Filmde, yazar Jack Torrance’ın ailesiyle birlikte Overlook Oteli’nde bekçilik yapmak için Rocky Dağları’nın karlı eteklerine yaptığı yolculuğu ve burada ailenin başına gelen doğaüstü olayları izleriz. Kitapta, daha çok Torrance ve ailesinin hayaletlerle dolu bir otelde mahsur kalması ve otelin karakterlerin psikolojileri üzerindeki etkisi ön plâna çıkar. Mekân ve karakterler arasındaki gerilim merkezdedir. Kubrick’in filminde ise, hayaletler gerilimin yanı sıra “geçmişle hesaplaşma” anlamında, işlevsel bir nitelik kazanır. Overlook Oteli’nin bir Kızılderilili mezarlığının üzerine inşa edilmesi, hesaplaşmayı daha da ilginç kılar. Hikâye, Amerika’nın kendi geçmişiyle hesaplaşmasının alegorisi gibidir. Otelin her yanına nüfuz eden Kızılderili işlemeleri, otelin esas sahiplerinin de işaretidir. Jack Torrance’ın akıl sağlığını yitirmesine neden olarak da okunabilecek Kızılderili katliamı ve geçmişin bastırılması, Overlook Oteli’nde günyüzüne çıkar. Otelin köşelerinden sızan ve gittikçe artan kan gibi, kolektif hafızada üzeri örtülenler de ortaya dökülmeye başlar. Barmenin ifadesiyle “beyaz adamın yükü”nü taşıyan Jack, film ilerledikçe bu yükle başa çıkamaz ve akıl sağlığını kaybeder.
Kubrick’in filmi, kaynak aldığı eseri aşarak çok katmanlı ve farklı okumalara müsait bir alan yaratır. Kitapta yer alan oteldeki hayaletlerle Torrance ailesinin karşılaşması üzerinden bir gerilim yaratmaktansa, bu gerilimi insanın karanlık doğasına bir yolculuk yapmak için fon olarak kullanmayı tercih eder. Jack Torrance üzerinden insanın karanlık doğasına yapılan vurgu, sonraki aşamada resme daha geniş açıdan bakılarak Amerika’nın kolektif belleğinde yapılan bir yolculuğa dönüşür. Kubrick’in belki de en büyük başarısı, bu yolculuğu mükemmel bir sinematografiyle beyazperdeye taşımasındadır. Kırmızı rengi her karede kullanarak, bilinçaltına bastırılan korkuyu sürekli canlı tutan yönetmen, yarattığı mekân tasarımıyla da seyircileri karanlık yolculuğuna ortak eder. Çıkışsız labirentlerden uçsuz bucaksız koridorlara, geniş salonlardan tekinsiz fotoğraf karelerine kadar her şey titizlikle hazırlanmıştır. Kubrick, Torrance ailesinin yaşadıkları aracılığıyla seyircilerin bilinçaltlarına bastırdıkları korkuları uyandırır. Filmdeki renk kullanımı, ses ve mekân tasarımı buna yönelik işler.
Son olarak filmin sosyolojik, psikanalitik ve ideolojik yönden çeşitli okumalarının yapıldığı Oda 237 (Room 237, 2012) isimli bir belgeselin de olduğunu, belgeselde filmi çözümlemeye çalışan farklı meslek gruplarından insanların filmin altmetnini deşerek, filmin farklı açılımlarını seyircilere aktardıklarını da belirtelim. Her izleyişte yeni şeylerin fark edildiği bir tür yapboza benzeyen yapısıyla türün en ilginç örneklerinden olan Cinnet, sinema tarihinin de kuşkusuz en ilginç filmlerinden.
Barış Saydam
* Bu yazı daha önce Arka Kapak sitesinde yayımlanmıştır.