Ülkemizde Eroin adıyla yayınlanmış ve oldukça da okunmuş olan Christian F.’in Wir Kinder vom Bahnhof Zoo adlı kitabını birçoğumuz biliriz. Bu kitaptan adapte edilmiş olan Uli Edel’in aynı isimli filmi de çoğumuza bir şeyler ifade eder. En kötü ihtimal Trainspotting’i izlemiş veya okumuşuzdur. Kanat Güner’in Eroin Güncesi henüz dev ekrana uyarlanmamış olsa da, Nuri Alço’lu beyaz ölümlere, Tarık Akan’ın kurtardığı bağımlı fahişelere, Beyoğlu’nun karanlık sokaklarına Türk Sineması’ndan oldukça aşinayızdır.
Yine bir kitap uyarlaması, yine gerçeklerin sivri dişleriyle izleyenlerin gözlerini acımasızca ısırdığı bir uyuşturucu günlüğü…
Mekanımız New York, başkahramanlarımız Harley ve İlya. İlk bakışta Slav kökenli bir düşkünü andıran fiziğiyle Arielle Holmes, hayatına dair kendi yazmış olduğu yüzlerce sayfanın içinden, Benji ve Josh Safdie kardeşlerin senaryolaştırılmasına ön ayak olarak filme aktardığı hikâyesinde başrolü oynuyor. O yorgun ve yıpranmış sayfaların içindeki erkek arkadaşı İlya Leontsyev ise bir film setinde çalışabilecek kadar kendinde değil. Filmde Caleb Landry Jones, gerçek İlya’ya fiziki benzerliğinin de avantajını da kullanarak Black Metal sever bir bağımlıyı bize sorunsuz yansıtıyor.
Açılış sekansı ile birlikte ergen aşk ile yoğrulan sentetik keyif vericilerin, beynin dili ve konuşma yetisini ne şekilde yönledirdiğini tıbbi gösterge boyutunda izliyor ve yaklaşık bir buçuk saat boyunca bu çıplak ve çiğ diyalogları fazlasıyla dinliyoruz. Geçmişlerine dair en ufak bir detaya veya öyküye sahip olmadığımız karakterlerin dünyasına kapıyı açıp, kimyasal ve fakirlik dolu bir havuza bizi iten yönetmenler, gerçek insanların hikayelerini anlattıklarının farkında olacaklar ki realist kamera kullanımı ve repliklerden asla kopmuyorlar. Heaven Knows What, soğuk New York sokaklarında varolmaya değil, yokolmaya çalışanların öyküsü…
İntihara kalkışmadan önce “Ölürsem seni sevdiğime inanır mısın?” diye soruyor Harley, İlya’ya… Büyük çoğunluğu parkta ve belirlenmiş dilenme noktalarında geçen kırık yaşamlar bunlar. Küçük değişikliklere uğramaları için büyük travmalar atlatmaları gerekiyor. Harley’in kanayan bilekleri ve içinde bulunduğu iç burkucu durumun değişmesi umudu, hastanede annesi olduğunu tahmin ettiğimiz kadınla bizim duyamayacağımız şekilde şiddetli tartışmasıyla tuzla buz oluyor. Harley’in hayatının kalanında da kendisini sokaklar ve garip bir aşktan başka bir şeyin beklemediğini, bu ölümcül girişimin ardından kendisine sahip çıkmaya çalışan babacan arkadaşı Skully’nin tüm telkinlerini reddetmesi ile perçinli bir şekilde anlıyoruz. Bağımlı, evsiz ve parasız olmak, sevmediğin biriyle beraber olma zorunluluğunu getirmiyor. Harley çaresizliğine rağmen az da olsa duygular beslediği Torbacı Mike ile kendilerine en ucuz şekilde bir dam altında yatma olanağı sağlayan Diana’nın evini mesken tutuyor. Aklında günlük dozunu damarlarına basmak, kalbindeyse sadece İlya var.
Yönetmen Ben ve Josh Safdie kardeşler çocukluklarını babalarının hediye ettiği kamerayla geçirmiş ve birçok kısa filme imza atmışlar. 2013 yılında henüz biri 27, diğeri 28 yasındayken çektikleri Lenny Cook adlı NBA tarafından draft edilmeyen birinin hayatının değişmesini anlatan belgeselle dikkatleri çekmiş ve New York’un bağımsız görsel-işitsel camiasında seslerini yavaş yavaş duyurarak tanıdık yüzler haline gelmeye başlamışlar. Josh Safdie, Arielle Holmes’u tesadüf eseri sokakta tanımış ve zamanla ilişkileri kuvvetlenmiş. Holmes’un yaşadıklarının günlüğünü tutması ve fiziksel etkileyiciliği, bazı projelerde yer alabilecek entelektüel kapasitenin kendisinde var olduğuna Safdie’yi ikna etmiş. Ünlü fotoğrafçı Richard Kern’in bir çekiminde yer alması için Holmes’a iş bile bulmuş. Holmes bu çekime asla gelmeyince Safdie önceleri “Once a junkie, Always a junkie” diye düşünerek ümitsizliğe kapılsa da, bu tarz ortadan kayboluşların her daim aşırı doz, intihar, ölüm gibi ciddi trajediler sonucu meydana geldiği bir dünyanın içinde yaşayan Arielle ve arkadaşlarına kızmamış. Proje esnasında Holmes eroin kullanmıyormuş ancak tedavide kullanılan metadon damarlarında sürekli akmış.
Heaven Knows What gücünü gerçeklikten alan bir film.Yönetmenlerin oyuncularına karakterleri anlatırken tecrübelerini aktarmış oldukları çok net. Ben Safdie bir röportajında çekimler için sahip olmayı umdukları paranın sadece yarısını bulabildiklerini ve bu yüzden de normal olarak elde etmek istedikleri sonuca ulaşamadıklarını söylüyor. Ancak bu durumdan pozitif bir final çıkartmaktan da –“Eğer çok paramız olsaydı, böyle bir film yapamazdık” demekten de geri kalmıyor.
Tüm karakterler çok samimi, çok içten, kafaları çok iyi, damarları çok kirli… Çok bağımlı ve çok başlarına buyruklar. Çok özgür ve çok tehlike altındalar… Larry Clark’ın Kids’inden beri düşük bütçeli indie sinemanın özlediği bir sıradışı gençlik, rahatsız edici çocukluk var perdede.
Harley bütün bu olanların ardından aşık olduğu İlya’ya bir şans daha vermeli mi? Yeni bir sayfa? Temiz bir başlangıç? Harley İlya’yı hala seviyor. Mike bundan rahatsız. Hava hep soğuk. Hayat hep berbat.
Bağımlılığından, sokaktan ve o ortamdaki arkadaşlarından tamamen kurtulmak isteyen müptelalar neredeyse hiç denecek kadar azdır. Ne yapar ne ederler bir şekilde etrafa ayak uyduramayıp soğuk betonlara geri dönerler. Toplumun kıyısında köşesinde küçümsenerek ve korku salarak nefes almaya devam ediyorlar. Onlara acıyanlar ise paraya, kendilerini köleye çevirmiş işlerine, dayatıldığının farkında olmadıkları aile yaşamlarına ve sinsi sinsi yeteneklerini yok eden “normal” kavramına bağımlılar.
Arielle Holmes, medyanın üzerine düşüp bir palyaçoya çevirebileceği potansiyelde, eski bir müptela, yeni bir yazar – aktris. Genç yaşında çok görmüş çok geçirmiş bir beden… Mutlu son kimileri için hiç anlamaya çalışmadıkları bir ütopya…
İlya Leontsyev 1989 – 2015 (aşırı doz)
Walerian de Justıne
wdejustıne@gmail.com