Ana sayfa Belgesel Bekleyolu (2004)

Bekleyolu (2004)

1564
0

Bekleyolu

“Arkadaş arıyorsun, İstanbul’da arkadaş arıyorsun. Olacak şey mi? Hem de Beyoğlu’nda, Aman Allah’ım.”

-Edip

“İstanbul’un her yerinde arkadaşım var. Ben senlen 22 yaşındayım. Senin yaşındayım. 70 yaşında adamı getir, onun yaşındayım. Onlan beraberim. Siz gittiniz Oğuzhan yanımda, Oğuzhan’ın yaşındayım. Yanımdaki kişi kaç yaşındaysa, onun yaşındayım.

-Garip Kaynak

Bekleyolu, 2004’de Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde, hayatını bu cadde üzerinde kazanan, adeta mekanın organik bir parçası olan dört kişiyle yapılmış görüşmelerin paralel kurgulanmasıyla ortaya çıkan 11 dakikalık bir kısa belgesel. Elif Refiğ’in yapımcı ve yönetmenliğini yaptığı kısa, kendisinin filmi Vimeo’ya yüklemesiyle karşıma çıktı.

Bir kentin geçmişine dair imajlar barındıran film ve belgeseller genelde orayı bilenlerde ilk olarak nostaljik bir his uyandırır. Sözkonusu Beyoğlu olduğunda orada hayatının belli bir dönemini geçirmiş pek çok kişi için, günden güne devletin kentsel politikalarına ve bölgeye hücum eden büyük sermayeye karşı nefes almaya çalışan sosyal ve kültürel hayatıyla Beyoğlu bu geçmişe özlem hissinin yoğun yaşandığı bir mekan. Bu durum da bugüne has değil, tarihi boyunca birilerinin kazandığı ve cebren uzaklaştırıldığı bir semt. Belki İstanbul’un tamamı gibi. Yine de sinemamız ve edebiyatımızı kuşatmış bu “nostalji”nin soğurucu etkisine çok kaptırmadan, daha ziyade kentsel yaşantının nasıl dönüştüğünü hatırlamak açısından, mekanların geçmişine bakmak her daim bugünkü deneyimi de dönüştüren bir eylem. İstanbul özelinde, Kafamda Bir Tuhaflık Var‘ı okuduktan etrafa bakışım ve çevreyle kurduğum ilişki daha ilgili ve merak edici bir yöne evrildi. Roman, sokaklara ve binalara “Kim var imiş biz burada yoğ iken” sorusunu sorma isteği üretti.

Filmde sohbet edilen dört kişi var. Servet, sokak tartıcısı. Edip, kendi ürettiği düdükleri, Ali ise içli köfte satıyor. Garip Kaynak ise saz çalıp türkü söylüyor. Birbirinden oldukça farklı motivasyonlardan beslenen hikayelerini anlatıyorlar. Girişimcilik serüveni ve yerel değerlerin yaşatılma çabasından, zabıtayla mücadele ve cadde ahalisi üzerinden insanlık analizlerine kadar çeşitlenen sözler ediyorlar. Ekşisözlük’de bu kişileri “istiklal’de içli köfte satan amca” veya “taksim’in sevilesi insanları” gibi başlıklarda başkalarının dilinden okuyabilirsiniz. Yine Ekşisözlük’de film ile ilgili de şöyle bir entry var.

“istanbul film festivali kapsamında gösterilen elif refiğ belgeseli.aslında film seyirciyi bilgilendirmiyor sadece istiklalde ne kadar gereksiz tip varsa onlarla geyik yapıyor.istiklali azbuçuk biliyosanız bu gereksiz tipleri muhakkak biliyorsunuzdur.mesela karakedi plak’ın önünde duran şişko tartıcı(hatunlara beeeeedaaavaaaa diyen sapık),sürekli godfatherı çalan düdükçü(ağzının içine koyup öttürüyo ya),fötr şapkalı ama bağlamacı bir de hazzopulo geçidinin sağında arada çiğköfte satan amca.”

05.08.2005 14:37 atmosphere

Bu entry’i okuduğumda filmin yapıldığı dönem ile ondan 12 yıl sonra izlendiğinde farklı bir etki yaratabileceğini düşündüm. Yapıldığı zamanda bir filmin söz konusu ettiği mekan ve konu, izleyicisi için gündelik yaşam içinde karşılaşılan kişilerin kendini anlatmasıysa kişide bir mesafe aldırıcı etki uyandırabilir. Fakat araya zaman –geçmişin anlatımı– veya mesafe –başka bir yerin anlatımı– girdiğinde öykülere daha dışarıdan bir bakış kurulmaya başlanıyor. Benzeri bir filmi bugünün İstiklal’i için yapsalar izleyicide çok daha farklı bir etki uyandıracaktır. Bir de böyle hikayelere ilgi duymak, kendinden dışındaki insanların hikayelerine ilgi duyma meselesi de var tabi. Nasıl insanlar Garip Kaynak’ı merak ederek yanına oturup konuşuyorlarsa, filmi yapanlar da benzer bir ilgiyi, kendi ilgilerini, belgelemişler. Aynı zamanda, bir çok insanın izlemeye başladığı anda “Aaa, İstiklal’de ağaçların olduğu zamandan” diyeceği yakın geçmiş görüntüleri de almışlar. Uzak (2002) her tekrar baktığımda bana bunu hatırlatır.

Görüntü alıp ses bindirme yaparak kurgulanan filmin dili, kesmeler, çözülme geçişleri epeyce sorunlu elbette, 2013’de ilk uzun metrajı Ferahfeza’yı çeken Elif Refiğ’in bir erken çalışması olarak. Fakat sanırım aynı sorularına aldığı yanıtlardan hikayeyi toplama ve anlattırma becerisi başarılı. Emek sinemasının yıkılmasına ve sonrasında AVM’ye çevrilmesine karşı verilen mücadelenin içinde de olan, 2015’de basın açıklamasını okuyan Elif Refiğ’in İstiklal Caddesi için hem politik hem sanatsal olarak direndiğini söyleyebiliriz.

Belgeselin zihnimde yankıladığı ilk iki Beyoğlu filmi ise transeksüel bir seks işçisi ile cüce bir barmenin aralarında gelişen dayanışmacı dostluğu düşleyen Dönersen Islık Çal (1992) ve Şerif Gören’in bir gecede kesişen hayatları konu eden Beyoğlu’nun Arka Yakası (1986) oldu. İkisi de bir karşılaşma hikayesi olarak okunabilir. Belgeselin yaptığı da benzer bir karşılaşma. Sanırım, Beyoğlu’nun kendine has özelliklerinden birisi bu karşılaşmalara açtığı alan. Dönüşmekte olan biraz da bu alan değil mi?

 

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here