Ken Loach’un ilk dönemindeki tavizsiz, düz gibi görünen ama katman katman toplumsal meseleleri, sınıf çatışmasını ve fırsat eşitsizliğini bireysel hikâyeler üzerinden deştiği Kes ve Poor Cow gibi filmlerden biri Ben, Daniel Blake… Yönetmenin son dönemindeki seyirliği yüksek filmlerin aksine, seyirciyi zorluyor ve sistemle yüzleştiriyor. Film bittikten sonra seyircilerin boğazında bir düğüm kalıyor. Loach filmografisinin en iyilerinden olan yapım, Filmekimi programının da olmazsa olmazlarından. Bizler de bu vesileyle yönetmenle yapılmış bir söyleşiye ver veriyoruz.
Size ana karakter olarak Dave Johns’u seçtiren nedir?
Filmdeki ana karakter yaklaşık 60 yaşında ve işçi sınıfının bir üyesi. Dost canlısı, iyi bir mizah anlayışı var ve kendine has bir dili olan özel bir bölgeden -İngiltere’nin Kuzeydoğu’sundan- geliyor. Onun gibi birisini arıyorduk, pek çok kişiyle görüştük ama sonunda onu tercih ettik.
Filmlerinizin pek çoğu Birleşik Krallık’ta geçiyor. Bunun nedeni orayı iyi biliyor olduğunuz gerçeği mi yoksa köklerinize ve ülkenize geri vermek istediğiniz bir şeyler olması mı?
Sanırım sadece ne olup bittiğini ve dünyanın nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sadece yüzeyde değil, bir şeyleri ortaya çıkaran öyküler bulmak. Aynı zamanda, gerçek insanları ekrana çıkarmak ve onların günlük yaşamlarındaki dramını göstermek.
Sinema bunu yapmak için halen güçlü bir araç mı?
Sayısal kameralar, Internet, yayın akışı ve televizyon gibi araçlarla filmleri göstermenin yolları elbette değişti. Ancak –görüntü ve sesi ifade eden- aracın doğası her zaman aynı: Bir şeyleri mümkün kılmak. Bu kadar.
Oğlunuz Him de bir yönetmen. Şimdiye kadar ona yönetmenlik hakkında tavsiyelerde bulundunuz mu?
O bana tavsiyelerde bulunuyor (gülüyor)! Ancak onu sektörden uzak tutmaya çalıştım, biliyorsunuz orası güvenli değil. Pek çok insan film yapmak için yıllarını harcıyor.
Kariyerinizdeki onca yıl süresince binlerce soruyu yanıtladınız. Kimse size bunu yapmadı mı?
Yaptığınız söyleyemem… Futbol hakkında konuşmak her zaman eğlenceli ama sinemadan farklı.
Hayır, ama bu güzel. Öyleyse futbol hakkında konuşalım. Hangi takımı destekliyorsunuz?
Yaşadığım yer olan İngiltere’nin batısındaki Bath City Football Club’ı destekliyorum.
Hangi ligde oynuyorlar?
Onlar 6. seviyedeler. Alt liglerdeki takımları desteklemenin güzel yanı işin içinde büyük paraların olmaması ve insanların futbol oynamaya olan tutkuları nedeniyle sahaya çıkmaları. İsterseniz etrafta yürüyebilirsiniz ya da ayakta durabilirsiniz… Günlük yaşamdaki insanlar gibi oynuyorlar, bara bir içki içmek için geldiklerinde onlarla karşılaşabilirsiniz. Bu gerçekten dostça, aileler için iyi.
Stadyuma gitmek gibi durumların öykülerinize kaynak olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet. Sanırım sadece öykülerin geldiği dünyaya dahil olmak: Gazete okumak, haberleri izlemek, insanlarla tanışmak. Tüm bunların ötesinde, insanlarla tanışmak. Dünyayla bağlantı kurmaya ihtiyacım var, yalıtılmış bir halde çalışamıyorum.
Filminizin güçlü noktalarından biri, sıklıkla olduğu gibi, tanınmayan oyuncuları tercih etmeniz. Onlara nasıl yaklaşıyorsunuz?
Aslında bunun hakkında uzun uzadıya konuşabilirsiniz. Ancak esas olarak insanlara güvende hissettirmekle ilgili. Yine futbolda olduğu gibi, bir takım olarak çalışmalısınız. Kimse bir diğerinden daha önemli değil.
Öyleyse sizin sahadaki göreviniz nedir? Teknik direktör müsünüz yoksa oyuncu mu?
Bilmiyorum (gülüyor)! Elinde süngerle dolaşıp sakatlıklara su döken kişiyim. Hayır, sanırım herkese rahat ve yaratıcı olduğunu hissettirmeli ve enerjilerini ortaya koymalarını sağlamalıyım. Mizah anlayışı olmalı, insanlar yanlış yaparlarsa kimsenin şikayet etmeyeceğini hissetmeli.
Toplumun geçmişte daha fazla yaralandığını düşünüyor musunuz?
Toplumun yaralanmaktan da öte, çöküşte olduğunu düşünüyorum. Ekonomik sistemin insanları ve onların yaşamlarını yok ettiğini düşünüyorum. Ayrıca yakında, iki ya da üç kuşak sonra dünyanın kurtulamayacağını düşünüyorum. Ciddi bir aşamadayız: Çevre bu düzeydeki üretime tahammül edemez. Böyle oldukça, cinnet devam eder.
Ne yapabiliriz?
Toplumsal ve politik değişime ihtiyacımız var. Demokratik kontrole ihtiyacımız var. Kar etmek için değil, ihtiyaç için üretim. Dünyanın kaynaklarına dikkat etmeliyiz. Herkese onurlu ve güvenli bir yaşam vermeliyiz. Pazarı kullanan büyük şirketlerin zorbalığından kaçınmalıyız. Bu son derece büyük. Ancak ben orada olmayacağım, bu daha genç kuşaklara bağlı: Değişim yapmalılar.
Çeviri: Erdem Korkmaz
[…] röportaj avrupasinemasi.com ‘dan […]