Ana sayfa 2010'lar 2016 Hypernormalisation

Hypernormalisation

2635
0
Hypernormalisation

Not: ‘Hypernormalisation’ kavramı Adam Curtis tarafından filmde şöyle tanımlanıyor:
Sovyetler Birliği’ni yönetenler, yeni bir sosyalist toplumu planlayıp işletebileceklerine inandılar. Ama her şeyi kontrol etmenin ve öngörmenin imkansız olduğunu keşfettiler ve planları kontrolden çıktı. Ama teknokratlar bunu ortaya koymak yerine her şeyin plana uygun gidiyormuş gibi davrandılar. Buradan ortaya çıkan ise toplumun sahte bir versiyonu oldu. Sovyetler Birliği, herkesin liderlerin söylediklerinin gerçek olmadığını bildiği bir topluma dönüştü. Çünkü ekonominin çökmekte olduğunu gözleriyle görüyorlardı. Fakat herkes buna eşlik ederek ve -mış gibi yaparak bu versiyon gerçekmiş gibi davrandı çünkü kimse bir alternatif hayal edemiyordu. Sovyet bir yazar bu durumu ‘hipernormalizasyon’ olarak adlandırdı. Sistemin o kadar parçasıydınız ki, ötesini göremiyordunuz. Sahtelik hipernormaldi.

hypernormalisation-posterAdam Curtis [The Century of the Self (2002), Bitter Lake (2015)] kendine has tek kişilik belgeselci/haberci kariyeriyle ve BBC arşivlerinin arasında bir şirket çalışanı olarak otuzu aşkın yıldır yaptığı filmlerle kendine hayran ve düşman kitlesi edinmiş bir yönetmen. Sinema üzerine biriken külliyat neredeyse tamamen kurgu filmler üzerinden ilerlediğinden, belgesellerin sık yer almadığı sinema yazıları dünyasında, Curtis’in “deneme film”lerle de ortak noktalar taşıyan belgesellerinin pek yeri yok. 2016 Ekim’inde internetten yayınladığı üç saate yakın Hypernormalisation filminin ise, hikaye anlatımı, görsel kullanımı, sinema tarihi referanslarıyla ve “imajlarla bir düşünce geliştirme” bağlamıyla bir sinema yazısında ele almanın cazibeli olduğunu düşünüyorum. Filmin bu sinema yazısının sınırlarını aşacak bir politik ve tarihsel eleştirel analizinin ortaya koyacağı bambaşka tartışma noktaları olacaktır elbette, fakat bu yazı bunu amaçlamıyor. Yine de içinden Stalker (1979), Carrie (1976), Dr. Strangelove (1964) ya da öte yanda The Rock (1996) gibi filmler geçen bir filmin, film eleştirisi üretme itkisi kuvvetli.

Hypernormalisation, 1970’lerden günümüzde süregelen siyasi ve kültürel dönüşümlerin bir “sahte-dünya” algısı yarattığını; başlıca siyasi aktörler, toplumsal hareketler veya atomize bireylerin iktidar ilişkilerini veya güncel dünyayı gerçekten anlayıp kendi amaçları uğrunda dönüştürebilecek bir noktadan çok uzaklaştığı iddiasını ortaya atıyor. Dünyanın sahte görüntüsüne inanmanın bir yandan politik bir geri çekilme bir yandan da konforlu bir yaşama biat etme anlamı taşıdığını ispatlamaya çalışıyor. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çağımıza “postmodern dönem” teşhisi koyan pek çok yazarla ortaklaştığı fikirler olsa da Curtis’in iddiası ve bunu dayandırdığı tarihsel dönemeçler (Curtis anlatıları için merkezi bir kavram) kendinden önce pek bu şekilde birbirine eklemlenmemiş bir hikaye örgüsü oluşturuyor. Öyle bir hikaye örgüsü ki, ilk yarım saatindeki tarih kurgusunda söz edilen kişi/kurum/olayların kabaca listesi şöyle bir eklektizmi müjdeliyor.

  • New York’un 1975’de finansal krizi ve Donald Trump’ın devlet desteğiyle şehri nüfuzuna alışı
  • Patti Smith ve 70’ler feminist performans sanatçısı Martha Nosler’in bir video-art çalışması üzerinden sol gençlik hareketinin içine ve sanatına kapanışı
  • Henry Kissinger ve Hafız Esad merkeziyle soğuk savaş ve nükleer stratejilerin ürettiği fikirlerle şekillenen ve gerilen ABD-Suriye ilişkileri ve Filistin’li göçmenler
  • Sovyetler’de sosyalist rüyanın çöküşü, “hipernormalizasyon” teşhisi ve sansürlü/muhalif bilim-kurgu yazarı Strugatski kardeşlerin ve Tarkovski’nin yazarların romanından uyarladığı Stalker (1979) filmiyle “iz sürücü”lerin dünyanın sahteliğini keşfedişi
  • Reagan ile ABD’nin dünya polisliğine soyunuşu; Filistin kamplarının bombalanması ile birlikte Humeyni’nin dini çerçevesini çizdiği intihar bombacılığının doğuşu…

hypernormalisation-saddamCurtis ‘seçtiği’ tüm bu olayları, politik niyetleri ve kişisel inisiyatifleri montajın ve anlatıcı dış sesin iktidarıyla, merkeze aldığı ‘hipernormalizasyon‘ tespitine yorarak işliyor. Kaddafi’nin sürekli tersyüz edilen imajından dev finansal risk hesaplayan yazılım Aladdin’e, Jane Fonda’nın aerobik videolarından Arap Baharı’na sıçrarken izleyiciyi devasa bir bilgi ve iddia bombardımanı altında bırakıyor. Bohçasındaki alabildiğine kalabalık malzemeyi bir araya getirirken montajı üç temel amaçla kullanıyor: (i) hikayesine dahil ettiği olayları ayrıntılarıyla nakletme, (ii) iddialarını kuran ve destekleyen bir akıl yürütme ve (iii) iddialardan görece bağımsız olarak izleyicide duygusal bir etki bırakma. İlk madde filmi gazeteciliğin, ikincisi sosyal bilimciliğin, üçüncüsüyse (video) denemenin, öznelliğin, belgeselde şiirsel anlatımın alanına çekiyor.

Bu üçlü arasındaki sürekli sıçrayışlarla Curtis belgesel boyunca olaylar arasında kurduğu nedensellikleri ‘size bilmediğiniz gerçekleri açıklıyorum’ sloganıyla, sanki nesnel analizlermiş gibi anlatıyor. Seyircinin kimine aşina olduğu, kimini ilk defa duyduğu fakat ilgi uyandırıcı bir görsellik ve kurguyla karşı karşıya kaldığı kişi, kurum ve olaylara ilişkin, Curtis kendi yorumunu “asıl gerçek” olarak kabul ettirmeyi deniyor. Belgeselin tarihi boyunca sorunsallaştırımış olan anlatıcının iktidarı problemini önemsemeyen, teşhisi koyma adına oldukça iddialı bir pozisyon alıyor. Fakat kurduğu bağlantılar parça parça işlese de bütündeki tezi işleyemiyor. Örneğin, 11 Eylül saldırılarından önce ABD toplumunda “şehre yukarılardan gelen bir saldırı olacağı” korkusunun yaygınlığını ispatlamak için kurguladığı Hollywood filmleri saldırı sahneleri oldukça ikna edici ve çarpıcı iken Occupy hareketlerinden Arap Baharına halk hareketlerini “ütopyacı internet kullanıcıları”na atfeden sığ okumaları, ana argümanına destek veremediği alt argümanlar olarak kalıyor.

hypernormalisation-youtube

Hypernormalisation kendi içinde barındırdığı, yönetmen tarafından sorunsallaştırılmayan ilginç bir çelişki var. Diğer filmlerinde de olduğu ve kendisi pek çok kez belirttiği gibi Curtis temelde iktidar ilişkilerinin toplumdaki işleyiş mekanizmalarını deşifre etmeye çalışan bir belgeselci. Muktedirlerin aldığı kararların ve ekonomik, siyasi, bilimsel, teknolojik ‘buluşların’ toplumu nasıl dönüştürdüğü, kontrol altına aldığı, aldattığı, yoksullaştırdığı, sindirdiği vb. vakaları uç uca ekliyor. Zaten filmlerini sıkıcılıktan uzaklaştıran, ilgi çekici seyirlikler haline getiren de bu vakaları tozlu raflardan uzun araştırmalarıyla çekip çıkarıp, bilgiç sesiyle hikayeleştirerek anlatmadaki ustalığı. John Nash’in “oyun teorisi”, Judea Pearl’ün yapay zekayı sıçratan ‘bayez modeli’, Lockerbie saldırısı, Tahrir Meydanı toplanmalarını sosyal medyada fitilleyen Google mühendisi Wael Ghonim ve daha onlarca başka örnekte kullandığı “dönemeçler” büyük sonuçlara sebep olan tarihsel anlar Curtis’e göre. Filmde ise, geldiğimiz noktada, sıradan vatandaşların ötesinde, artık iktidarın bile dünyayı anlama ve ona yön vermede yetersiz kaldığı, sermayenin ürettiği otonomlaşmış ekonomik ve teknolojik yapıların kontrolden çıktığını söylüyor. İlk çelişkisi bunu filmin sonuna kadar, sürekli olarak bilinçli muktedir kararlarına yorması. Böylesi bir sahtelik ve bilinmezlik hali, nasıl olur da politik aktörlerin bilinçli tercihlerinin birbiri ardına dizilmesiyle gerçekleşir? O halde, tüm bu aktörlerin aslında hiçbir etkin rolü yok mudur? İkincisi ise, bu ortaya koyduğu dünya tasvirine rağmen, kendisinin dünyanın bu hale nasıl geldiğini madde madde, analitik bir şekilde ortaya koyabileceği bu filmi yapıyor olması. Yıllardır bu olayların içinde yer alan kişilerin anlamlandıramadığı dünya (batı ve onun doğu ile baskıcı ilişkisi olarak okuyun) gerçekliğini, masa başında 3 saatlik bir kurguyla halletmek mümkün müdür? Olmasa gerek ki, filmin o ana kadarki tüm materyallerini Carrie’den sahnelerle karşıtlık yaratma amacıyla bir araya getirerek yaptığı, kafası karışık şiirsel finali, Curtis’in de meseleyi henüz o kadar da net bir şekilde çözemediğini ima ediyor. Bunlara rağmen, bilgilendiriciliği ve seyir zevki oldukça yüksek olan bu filmi eleştirel bakışı olabildiğince aktif tutarak, kendini fazla kaptırmadan, yapay zeka ile taçlandırılmış bir hareketli-tarih gezintisi olarak izlemek tatmin edici bir deneyim.

hypernormalisation-cyberspace

Yiğitalp Ertem

yalpertem@gmail.com

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here