Ahmad, 4 yıldır ayrı olduğu Fransız eşi Marie’nin çağırması üzerine Tahran’dan Paris’e döner. Aslında geliş nedeni boşanma davası ile ilgili belgeleri tamamlayarak sonuçlandırmaktır. Marie’nin Ahmad’dan önceki evliliğinden iki kızı vardır ve Ahmad’dan sonra kuru temizleme dükkanı olan Samir ile beraberdir. Karısı intihar girişiminde bulunup komaya giren Samir’in de bir oğlu vardır ve bu beş kişi birarada yaşamaktadırlar. Boşanma işleri halledilene kadar bu karma aile ile aynı evde kalacak olan Ahmad, üç aylık hamile olan Marie’nin hem büyük kızı Lucie ile, hem de yaşadığı düzensiz hayatla sorunları olduğunu fark eder. Ahmad, Marie, Samir üçgeninin kendi geçmişleriyle olan hesaplaşmaları, bu üçgenin ortasında yer alan çocukların kendi sorunları ve yavaş yavaş açığa çıkan, gittikçe dallanıp budaklanan bir sır, herkesin birbiriyle olan ilişkisini gerginleştirir.
2012’de Jodaeiye Nader az Simin (A Separation) ile En İyi Yabancı Film Oscar’ı kazanan İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin yazıp yönettiği Le Passé, önceki filmlerinden izler taşıyan ama kendi karakterini yaratmış güçlü bir dram. A Separation için yaptığımız pekçok yorumu bazen birebir, bazen ufak tefek değişikliklerle Le Passé için de yapabiliriz. Yine bir boşanma hikayesi, yine sorunları oryantalleştirmeden karakterlerini nakış gibi işleyen bir senaryo, yine çok başarılı performanslar. A Separation harika bir boşanma anatomisi iken, Le Passé aynı yoğunlukta bu ayrılık / boşanma kavramlarının farklı coğrafyalardaki yansımalarının binlerce versiyonundan biri olarak Farhadi’nin anlatıcı ustalığından nasibini alıyor. Farhadi, en trajik aile dramlarından biri olan boşanma sorununu ele alırken tarafsızlığını, başka bir deyişle her bir karaktere eşit yaklaşan taraflılığını sürdürüyor. Ahmad, Marie, Samir, Lucie hepsinin zihnine girip, hepsinin bakış açılarından sağlıklı değerlendirmeler yapabiliyor. Küçük Fouad’ı bile çok iyi anlıyor. Hatta fiziksel olarak tek bir sahnede gördüğümüz Samir’in komadaki eşi Céline’i bile senaryosunda konumlandırma şekliyle kanlı canlı bir karaktermişçesine betimliyor. İlk başlarda sadece Ahmad ve Marie ilişkisine odaklanacağı sanılsa da, Samir – Marie, Marie – Lucie, Samir – Ahmed gibi farklı cepheler açıp her birini çok iyi idare ediyor.
Asghar Farhadi, bu ilişkileri idare ederken hep yaptığı gibi, karmaşıklaşan düğümleri çözmesi muhtemel bazı vicdani ikilemleri belli bir olay üzerinden anlatmayı seviyor. Örneğin A Separation’daki kaza olayının polisiyeye benzer incelenişi gibi Le Passé’da bu defa e-mail krizi üzerinden zincirleme sorunlar yaratılıp bunların çözüm evreleri dantel işler gibi detaylandırılıyor. Yani boşanmak üzere olan bir çiftin, arada kalan çocukların, Samir ve eşinin birbirleriyle olan sorunları zaten filmi kurtarmaya yetecek malzeme taşırken, bir de üstüne Lucie merkezli sırlar yumağını bu denklemlere başarıyla eklemek kesinlikle usta işi. Farhadi senaryolarının gücü, flashbacklere ihtiyaç bırakmayacak şekilde karakterlere yaşattığı yüzleşmeler ve filmin kendi zamanı içinde su gibi akan diyaloglardan geliyor. Üstelik film içinde kurduğumuz karakter bağlarının sağlamlığını bize sürekli test ettirmesi de cabası. Bir olayın, bir tepkinin, açığa çıkan bir sırrın ardından gelecekler hakkındaki teorilerimizi boşa çıkarıp yerine filmin akışını bozmayacak başka makul alternatifler getirmek de artık Farhadi’nin oturmuş tarzının belirtileri.
Tıpkı A Separation gibi kavgasız gürültüsüz, ama buna rağmen son derece güçlü bir finalle taçlanan Le Passé, kavga gürültü çıkardığı anlarda bile Farhadi’nin zarif üslubundan nasibini alıyor. Yükseldiği anlarda özellikle Bérénice Bejo’nun etkileyici performansı çok sahici bir tonda seyrediyor. Ali Mosaffa, Tahar Rahim ve Pauline Burlet, Bejo’nun bu patlamaya ve yanmaya hazır gücü karşısında daha naif birer denge unsuru gibi gözükseler de, onlar da kendi içlerinde yaşadıkları çelişkileri seyirciye aktarmada hiç sıkıntı yaşamıyorlar. Çünkü Farhadi, her karakterinin zihnine girip onlar kadar güçlü, onlar kadar zayıf olabiliyor. İnsanı kendi hatalarıyla güçlü, kendi katı prensipleriyle savunmasız bırakabiliyor. Böylelikle iyi oyunculardan istediği verimi alırken, Fouad rolünde oyuncu olmayan küçük Elyes Aguis’den bile çok iyi faydalanmasını biliyor. (Artık bu filmden sonra ona da oyuncu denmeye başlanmıştır.) Film boyunca birşeylerin tamir edilmesi, sanki her an bulunduğu konumu terk edecekmiş gibi duran derme çatma insanlar, kah ses geçirmeyen bir camın arkasından, kah e-mail yoluyla, kah çamaşır suyu içerek bertaraf edilmeye çalışılan iletişimsizlik, aidiyet ihtiyacı duyan kalpler, hepsi Asghar Farhadi’nin yarattığı kurmaca olamayacak kadar gerçek hayatların görkemli bir dökümü adeta.
Osman Danacı
odanac@gmail.com