Paolo Sorrentino bu kez emekli besteci Fred Ballinger (Michael Caine) ve yönetmen Mick Boyle (Harvey Keitel) adlı iki eski dostun Alpler’deki lüks bir dinlenme tesisinde geçirdikleri zaman dilimini filme alarak La grande bellezza’nın tarzına ve duygusuna hiç de uzak olmayan bir film sunuyor. Duygu, geçip giden yılların muhasebesini yapan yaşlı bir (burada iki) ana karakter üzerinden hayatın yorumlanışına yönelik. Tarz ise yine elit, mizahi ve yer yer minimal. En kestirme yoldan La grande bellezza’yı seven / sevmeyen kesmin, Youth’u da sevecek / sevmeyecek olması muhtemel (düz) çıkarımında bulunabiliriz. Tabii ki sinema sanatı söz konusu olduğunda her iki Sorrentino filmi de sevilmeyecek yapıda filmler değil. Lakin kendi adıma La grande bellezza’da ne bulduysam / bulamadıysam, Youth bünyesinde de hemen hemen aynı şeyleri buldum / bulamadım. Erken bir kıyaslamada bulunursam, La grande bellezza’yı 1-2 puan daha fazla beğendiğimi söyleyebilirim.
Yine filmin ruhuna çok iyi oturan, bazılarının sosyal medyada sanki kendi bulmuş gibi kullandığı harikulade cümlelerle bezeli senaryo, tablolardan fırlamış gibi duran olağanüstü Alpler görüntüleri ve hali vakti yerinde yaşlı insanlar eşliğinde sunulan varoluş salvoları Sorrentino karakteristiği olarak tüm görkemiyle boy gösteriyor. Fakat bununla birlikte yeterince derinleştirilemeyen zengin yan karakter koleksiyonunun yarattığı dağınıklık -ki bazen göze fazlalık olarak bile görülebiliyor- ve bu koleksiyona dair hezeyanların sadece belli bir kesime hitap etmesinin yarattığı yabancılaşma da aynen muhafaza edilmiş. Elbette Fred veya Mick’in etrafında şekillenen uzak (yaşlılık) ve yakın (gençlik) kavramlarına farklı biçimlerde bir çiftçi veya bir memur da yabancı değildir. Ama bu insanların sanatçı ve ünlü oluşlarındaki kaygılara ortak olma becerimiz, genel olarak Sorrentino filmlerine bakışımızla doğru orantılı sanırım.
Sorrentino’nun her iki filmiyle özümsetmek istediği “cennette yaşlı olmak” ironisi, Jep, Fred, Mick gibi sanat ve popülariteyle içiçe bir hayat geçirmiş 65 yaş üzeri erkeklerdeki hayata bakışı karamsarlaştırırken, onların çevreye olan gözlemci tutumlarından da bolca nemalanmalarını sağlıyor. Yaşlandıkça etrafa karşı daha gözlemci bir eğilim gösteren yaşlı insanların gözlemleyeceği çevreyi de zengin tutmayı şiar edinmiş Sorrentino’nun, Roma sosyetesinden sonra elit bir İsviçre tesisi seçmesi garip değil. Ama bu tesiste sosyete yanında müzik ve sinema dünyasından karakterler, bir kainat güzeli, eski bir futbolcu (Maradona olduğu çok açık), hiç konuşmayan yaşlı bir çift, bir Budist rahip, robot ve Hitler profillerini temsilen bir aktör gibi malzemesi bol unsurlar serpiştirmek de senaryoyu besleme yönünde ilginç çıkış noktaları. Böylece yaşlılık kadar “geçmiş” vurgusu da kendini öne çıkarmayı arzuluyor. Zaten “yaşlılık geçmişine uzaklaşmaktır” sözü bunu çok iyi destekliyor. Ne var ki özenle seçilmiş bu yan karakterlerdeki potansiyel, ya potansiyel olarak bırakılmış ya da Sorrentino’nun çarpıcı aforizmalarını seslendirmek için tasarlanmış izlenimi veriyor. Hele Fred’in kızı Lena’nın varlığı ve ona bahşedilen senaryo örgüsü, sırf Fred Lena’ya “senin yatakta iyi olduğunu biliyorum çünkü ben de iyiydim” cümlesini kurabilsin diye filme konulmuş sanki.
Sorrentino Roma’yı ve Alpler doğasını sanatına kusursuz biçimde ortak ederken, bezgin karakterlerinin törpülenmiş tutkularından yarattığı bu tezatlığı uzunlu kısalı skeçlerle ifade etmeyi seviyor. Hatta bu skeçlerin her birine kıssadan hisse eklemeye çalışıyor. Kimini karakterlerine söyletiyor, kimini seyircinin çıkarımına bırakıyor. Böylece merkeze koyduğu karakterinin temsil ettiği birçok özelliği farklı şekillerde ifade etme fırsatı buluyor. Bu noktada yakaladığı sanatsal estetik ve öngörülemezlik sayesinde elini daha da güçlendiriyor. Ortaya birbirinden bağımsız fakat buradaki gençlik – yaşlılık – geçmiş konseptlerinden oluşan ana gövdeye ne tür sahne çekilse gider bir anlayış çıkıyor. Jep – Fred merkezi noktalarında rastladığımız karizmatik duruşun işbitiriciliği de bu anlayışı anlamayı kolaylaştırıyor. Zaten yaşayan birer efsane olan Michael Caine – Harvey Keitel ikilisi, Sorrentino’nun son iki filmde anlatmak istediklerinin Amerikan / İngiliz versiyonu sanatçılar. Özellikle genç bir senaryo ekibiyle “vasiyetim” dediği filmini çekmek için uğraş veren, hatta favori aktrisi Brenda Morel (ilk görüşte Faye Dunaway’e benzettiğim Jane Fonda) ile anlaşma bile sağlayan Mick Boyle, belki de gidişatı ve sonuyla en çarpıcı hikayeye sahip karakter. La grande bellezza ne kadar Sorrentino’nun sanatsal duruşunu dinamikleştirebildiyse, Youth aynı duruşu daha hüzünlü hale getirebilmiş bir film.
Osman Danacı
odanac@gmail.com