Tarell Alvin McCraney’in hikayesinden kısa film kökenli Barry Jenkins’in senaryolaştırdığı ve yönettiği Moonlight, sorunlu annesiyle yaşayan Chiron’un çocukluktan 30’lu yaşlara uzanan üç farklı dönemini Little / Chiron / Black olmak üzere üç bölümde ele alan bir dram. Yılın en flaş yapımlarından biri olması, birçok ödül ve adaylık kazanması aldatmasın. Gayet sıradan, sıkıcı, belli bir meselesi olmayan, olsa da onun üstesinden gelemeyen bir film Moonlight. Bu özelliklere sahip çoğu film gibi işi şiirselliğe vurarak kaçak güreşiyor. Böylece herkesin istediği yöne çekebileceği bu muğlak anlatımdan nemalanmaya, dramatik zayıflığını bu biçimsellik ile kapatmaya çalışıyor. Bu kadar büyütülmesinin bana göre birazdan değineceğim çeşitli nedenleri var. Elbette bir filmin kime ne hissettireceği kestirilemez. Ama ödüllere ve övgülere doymayan bir film bittikten sonra ekran karşısında yaşanan tatminsizlik ve hayalkırıklığı da irdelenmeli.
İlk bölüme adı verilen “Little”, Chiron’un okuldaki lakabı. Annesi bir uyuşturucu bağımlısı ve erkeklerle düşüp kalkan ilgisiz bir kadın. Aile ortamını yaşayamaması, sessiz ve içine kapanık olması, başka çocuklar tarafından ezilmesi onu duygusal açıdan sivriltiyor. Kendisini sıkıştıran çocuklardan kaçıp saklandığı bir gün karşılaştığı üst sınıf uyuşturucu satıcısı Juan’dan gördüğü yakınlık, onun baba eksikliğine ilaç gibi geliyor. Gücü ve baba modelini, uyuşturucu işindeki Juan ile özdeşleştiren Jenkins, burada ilk firesini veriyor. Chiron’a hayat dersleri verecek konumda bulunan Juan’ın neden bir araba tamircisi veya lokanta sahibi olmadığını anlamayı zamana bırakıyoruz. (Ama zaman bu konuda bize hiç yardımcı olmuyor.) Nixon döneminden beri Afro Amerikan kesimi hep uyuşturucularla tanımlamış sakat politikalara bir siyah olarak Jenkins’in de çanak tutması, üstelik onu etik anlamda güçlü bir baba modeline uygun görmesi, klişe bir dar kafalılık örneği. Yine de bu üç bölümden en iyisi Little denebilir. Bunda hüzünlü Chiron’un ikna edici yalnızlığına ortak olabilme ihtimalimizin, Juan’a sığınma ihtimalimizle örtüşmesi etkili. En çok da bir vaftiz anını anımsatan Juan’ın Chiron’a yüzmeyi öğrettiği sahnenin büyülü atmosferi etkili olacaktır.
İkinci bölüme “Chiron” adı verilmesi, bir nevi onun gerçek kimliğini bu bölümde bulmuş (ya da arayışına bir cevap almış) olmasından kaynaklı bir hamle olsa gerek. Bu hem bir birey olma, hem de cinsel kimlik arayışı içine sürüklenen lise öğrencisi Chiron’a ithaf sayılır. Sürüklenen diyoruz çünkü ilk bölümde arkadaşlarının ona söylediği bir söz üzerine Juan’a “ibne ne demek” sorusuna aldığı makul yanıt ve okulda Küba Amerikalısı Kevin’dan başka kimseden yakınlık görmemesi delil sayılabilir. Zira onun eşcinsel eğilimlerini konumlandırma yönünde Jenkins bizi yalnız bırakıyor. Kendisi bile daha tam farkında değil ki demeye getiriyor. Bu bölümde biri romantik, biri dramatik iki an ile yükselerek çıkış arayan Jenkins, aslında bu gencin çıkışsızlığını sadece cinsel kimlik seviyesinde kabul ederek çerçevesinin darlığını ifşa ediyor. İlk bölümde sadece bir sahnede gördüğümüz Kevin, bu bölümde daha kilit bir konumda. Ama belki de ilk bölümde gereken bazı tohumların hedefli atılmamış olması, ikinci bölümde hemen meyve alma hevesine dönüşüyor. Bu da Kevin ile Chiron arasındaki hassas dengeleri ciddiye almayı güçleştiriyor. İki arkadaş olmanın ötesine nasıl geçtiklerine hiç özenilmiyor.
Son bölüm “Black” ise adını, yine Chiron’un lakaplarından birinden alıyor. Ama sadece Kevin Chiron’a böyle sesleniyor. Bu da Kevin’ın daha fazla görüneceği anlamına geliyor. Zaten bu bölüm tamamen yıllardır birbirini görmemiş Chiron ve Kevin’ın buluşması üzerine kurulmuş. Haliyle bu buluşma eski defterlerin açılması ve aralarındaki yarım kalan çekimin nereye varacağı anlamına gelebilecek iken onu bile doğru dürüst neticelendiremeyecek kadar zayıf, sıkıcı ve çapsız bir son bölüm bu. Filmin ilk bölümde başlatıp, son bölümde sonuçlandırdığı dişe dokunur hiçbir şey olmadığını da anladığım bir final aynı zamanda. Halbuki ilk bölüm Little, genişletici bazı dokunuşlarla pekala diğer iki bölüme de fazladan malzeme çıkarabilir, Chiron’u sadece cinsel kimlik arayışına hapsetmeyip (ki tekrar edeyim, onu bile tam başaramıyor), genel bir karakter sorgusuna yönlendirebilirdi. Jenkins’in elindeki hikayeyi senaryolaştırma bazında ne derece serbest hareket ettiği, geniş davrandığı da önemli tabii.
Toplamda Moonlight, Chiron adlı bir bireyin büyüme hikayesi olarak tanıtıldı ve sıklıkla Richard Linklater filmi Boyhood ile yanyana anıldı. Öte yandan her iki filmde de belli bir hikaye olmadığından dem vuranlar oldu. Bu eleştiride doğruluk payı var. Ancak Boyhood’un hikayesizliği, Mason’ın fiziksel açıdan gerçek, kurgusal açıdan çeşitli katmanlara ayrılabilen yapısının ciddiye alınmasının önünde engel teşkil etmiyordu. Onun bir birey olurken yaşadığı ailevi, sosyal, dramatik, az da olsa politik dinamiklerin dönüştürücü etkileri daha sahiciydi. Chiron’un ise babasızlığının, sorunlu annesinin, çevresi tarafından mahkum edildiği yalnızlığın ne kadarını kişiliğine katık ettiği belli değil. Juan’ı ne kadar kattığı biraz belli ama filme pek bir katkısı yok. İkinci bölümden itibaren kendine sadece tek bir yol seçerek onun Kevin ile olan ilişkisine odaklanan Jenkins, bazı iyi oyuncuların performanslarının gölgesinde bu zayıflıklarını kapatan bir ilüzyon yaratıyor. Böylece iyi bir film yapmanın kıyısından dönüp oradan uzaklaşıyor.
Oyuncu performansları demişken, fiziksel olarak birbirlerine hiç benzemeyen üç farklı Chiron’u canlandıran gençlerin suskun, donuk ve amatör duruşları genel resime uygun düşüyor denebilir. Juan rolüyle izlediğimiz, efsane dizi House Of Cards’ın Remy Denton’ı Mahershala Ali ilk bölüm Little’da iz bıraksa da, bu kadar ödüllük bir performans çıkarıp çıkarmadığı tartışılır. Chiron’un annesi rolüyle en dikkat çekici alan Naomie Harris’e açılmış görünüyor. Özellikle önceki yıllarda “Oscar çok beyaz” tepkileri üzerine 2017’de Moonlight ile birlikte Fences, Hidden Figures gibi “siyah” filmleri Oscar potasında görsek de, bu filmlerin defalarca yapılmış mesaj kaygılı zorlama dramlar olması gönülleri hoş tutmak amacı güttüğünü düşündürebiliyor. Halbuki bu üç filmi toplasak bir Ava DuVernay belgeseli 13th etmiyor. Bu sempati rüzgarını en güçlü biçimde arkasına almış film ise bana göre Moonlight. Oysa Chiron bünyesinde çok yönlü bir büyüme hikayesi, Trump ile yeniden ivme kazanan ırkçı yükselişe karşı bireyselden genele yayılabilecek diri bir varoluş mücadelesi ummak kulağa çok daha iyi geliyordu. Maalesef buradaki siyah, ay ışığında maviye dönemiyor.
Osman Danacı
odanac@gmail.com