Spoiler Uyarısı: Bu yazıda filmle ilgili spoiler sayılabilecek bölümler vardır. Film izlenmeden okunmaması tavsiye edilir.
“Şeytan’a uydum, affet lütfen”
Asghar Farhadi Satıcı ile daha önceki filmlerinde var olan İran’ın benzer sorunlarının başka bir senaryosunu karşımıza çıkartıyor. Bu senaryonun içine harmanladığı Arthur Miller’ın “Satıcının Ölümü” oyunuyla izleyene nerde durduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Peki durduğumuz yer neresi? İzlemekle yetinerek, sürece dahil olamayan, oyun bitince de alkışlayarak kendi hayatının akışına bakanların olduğu yer yani özet geçersek; karmaşık bir matematik işleminde karmaşıklıktan uzak etkisiz elemanların olduğu yerdeyiz.
“Satıcının Ölümü” oyununda Satıcı Willy rolünde kendisini gördüğümüz Emad Etesami (Shahab Hosseini) İran koşullarına göre daha aydın kültürlü olan bir öğretmen. Aynı oyunda onun rol arkadaşı Rana Etesami’de (Taraneh Alidoosti) Emad’in eşi. “Satıcının Ölümü” oyununda tiyatro sahnesine çıkan bu çift ve çevresi İran toplumu için biraz daha özgür yaşamlara sahipler. Bu yaşamları, evlerinin yanında yeni başlayan, ülkemizde de “kentsel dönüşüm” olarak bildiğimiz, ev inşaatının sağlıklı (!) etkileri yüzünden sarsılıyor. Mecazi olarak değil gerçekten sarsılıyor; gece apartman sakinlerinin bağrışlarıyla, evlerin çatlayan duvarlarını görüyoruz. Aynı şekilde enkaz olmaya ramak kalmış evin son haliyle filmi de kapatıyor Farhadi. Bize demek istediği öyle ya da böyle olduğun yerden tercihlerinle seçersin boğulursun; seçersin kurtulursun…
Eski evlerinin “riskli bina” olması yeni bir eve taşınmak zorunda bırakıyor Emad ve eşini. Zorunluluktan bir ev bulan çift taşınma süreçlerinde tiyatro oyunun da hazırlık sürecindeler. Bir gün Rana Emad’ın eve geldiğini düşünerek ev kapısını açık bırakıp duşa giriyor. Sonrasında kapıları intikam, acı ve utançla sonlanacak bir tecavüz vakasıyla kapanıyor; Ashgar bu tecavüz ve şiddet kısmını seyircinin hayal gücüne bırakmış. Bu sahnenin filmde olmayışı kendi ülkesindeki sansür sorunları mıdır kendi isteği midir, tartışılır. Bu süreç içinde neler oluyor peki karakterlere? İlk olarak Rana’ya gelelim… Rana ne bilsin (!) Emad yerine evine, kendine tecavüz edecek bir adamın kapıdan içeri gireceğini, hayatın bu kadar güvensiz insanlarla dolu olacağını, üstüne kendini korumaya çalışırken hastanelik olacağını. Rana yaşadığı toplumda tecavüze uğrayan kadının polise gidememenin ne demek olduğunu, ne bilsin (!). Polise gittiğinde olayın insanlara; kapıyı açık bıraktığı için istekli olduğunu düşündürecek tecavüz gibi yansıtılmayacağını, ne bilsin (!). Sadece filmlerde izlerken olur ya böyle şeyler tedbir almaması onun hatası tabii. Eşi Emad ne yapsın peki? Rana eşi olduğu bu durumu yaşadığı için utanç mı duysun, polise gitmek istemeyen eşine; gittiğinde toplum tarafından sıfatlara maruz kalmak istemediği için eşine fikrin de destek mi çıksın, eşine yaşadığı olaylardan dolayı manevi destek mi olsun yoksa içini kemiren tecavüzü yapan adamı bulup ağzını burnunu mu kırsın? Emad ne bilsin eşi Rana’ya tam destek olacağı güzel bir yemek sırasında yediği makarnayı tecavüz eden adamın parasıyla aldığını… Tecavüz eden adam ne yapsın peki? Nerden bilsin kapısını açık bırakan kadının eskiden beri gittiği hayat kadını Ahu’nun artık o evde yaşamadığını, içeri sessiz sedasız girdiği evde duşa girmiş arkası dönük kadının; çocuğuna bisiklet aldığı Ahu’nun olmadığını Emad’ın eşi Rana olduğunu (!). Komşular ne yapsın peki, evden bağırışlarını duyan Rana’nın kocasıyla aile içi şiddet olduğunu düşünerek duruma dahil olmasınlar mı yani?
Farhadi bu kadar soruyu soruyor çünkü biz bu filmi ödül alalım diye çekmiyoruz; siz de sadece kurguyu izlemeyin, kendinizi olaylarla bağdaştırıp, yorumlayın; hayatınızı bu yorumlarla şekillendirin demek isterken hayatta irademizi ve aklımızı kullanalım istiyor. Film boyunca bu sorularla kendimizi, çevremizi derin bir içselleştirmeye sokalım; empati yapalım istiyor. Empatiyi bu sefer öyle derin yapmamızı istiyor ki bunları Satıcı’da imgeleştirmekten öteye gidiyor. Mesela yan inşaattaki kazının etkisiyle çatlayan pencere camını, hayatlarımızda inşaat örneğindeki gibi yıkıcı darbeler yaşanmadıkça çıkartmadığımız at gözlüklerine benzetiyor. Film boyunca da at gözlüğü takmış karakterlerin bize yeterli anlamlar vermediğini, Emad’ın toplu taşımada bir şey yapmadığı halde, yanında oturan kadının Emad’a sapıkmış gibi davrandığında görüyoruz. Bu yüzden artık at gözlüklerini çıkartalım istiyor; pencere camının çatırtılarını da at gözlüklerinin hayatımıza olan etkileriyle hissettiriyor.
Emad kültürlü ve iyi bir öğretmen; film boyunca da bunu öğrencilerine verdiği tavsiyelerde ve insan ilişkilerinde görmekteyiz. Tabii iş kendi hayatına gelince o kadar doğru çizgide bakamıyor. Bakamadığı gibi hırsına yenik düşen Emad yaptıklarıyla, tecavüz eden adamdan sonra şeytana uyan ikinci karakter olarak karşımızda. Tam burada eleştirinin en büyüğü eşi Rana’dan geliyor Emad’a:“Bu yaptığın intikamdan başka bir şey değil.” Tecavüz eden adamın şeytana uydum da yaptım savunması karşılığında büyük cezaları hakettiğini düşünen izleyiciye; adaleti vermesi gereken insanın öğretmenimiz Emad olmadığını bir kez daha gösteriyor Asghar Farhadi. En büyük zorluğu çeken Rana’nın başrolde olması gereken adalet oyununda en dış safhada kalışı kendi hayatlarımızdan alıştığımız hayat kurgusundan ibaret: “Erkeğin kadın üzerindeki egemenliği”.
Asghar Farhadi Satıcı’nın finalinde Emad’ın intikamının, taciz eden adamın utanç ve acısının, Rana’nın özverisinin, tecavüz eden adamın eşi Esmat’ın sevgisinin, Esmat’ın kızı ve damadı Majid’in üzüntüsünün gösterildiği ciddi bir hayat manifestosu yaratmış. Eski evlerinde tokat sahnesinde izleyene gösterilen gizli detay Skammen* filminin posteri gibi… Tiyatro sahnesinde Satıcı Willy’yi oynayan Emad’ın, gerçek hayatında eşine taciz eden adamın satıcı olduğu metaforunu yakaladığımızda her kötünün her zaman kötü olamayacağını, her iyinin de her zaman iyi olamayacağını anlıyoruz; sadece siyahın ve beyazın olmadığı renk paletinde grinin de bir renk olduğu gibi… Satıcı’yı at gözlüksüz izlerken gördüğümüz her detay yönetmen Farhadi’ye oluşan hayranlığımızın boşuna olmadığını gösteriyor.
Emad karakteriyle tiyatro sahnesinde Satıcı Willy’yi oynayan Shahab Hosseini 2016 Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alırken, Satıcı da En İyi Senaryo ödülünü aldı. Oscar’da En İyi Yabancı Dil’de son beşliye kalan Satıcı, yönetmen Asghar Farhadi ve kadronun yasaklı Müslüman ülkelerden biri olan İran’ı temsil etmesi ve 2017 Oscar sürecinde de Amerika’ya alınmadıkları için Oscar’a katılamamaları gerçek hayattaki satıcı konseptli düzenin oyunu gibi sanki(?).
*Skammen: İsveççe’de kullanılan Utanç anlamına gelen bir sözcüktür. Aynı zamanda 1968 yılında İsveç’te çekilen Ingmar Bergman filmidir.
Barış Parlatangiller
barisparlatangiller@gmail.com