Robert Bresson’un Mouchette (1967) filminde, fırtınalı bir günde ormanda mahsur kalan başroldeki Mouchette, cinayet işlediğini düşünen sarhoş Arsene ile birlikte geceyi geçirir. Gece Arsene ile birlikte olan Mouchette’nin bu ilişkiyi kabullenmesi aslında onun sevmeye ve sevilmeye olan ihtiyacını gösterir. Evde hasta annesi ve sarhoş babasıyla, okulda öğretmeniyle, dışarıda zorba arkadaşlarıyla uğraşan Mouchette, tam anlamıyla bir yoksunluğun içerisindedir. Maddi anlamdaki yoksunluğu manevi yoksunlukla birleşir. Mouchette’nin eylemlerine yön veren de aslında manevi yoksunluktan dolayı içinde bulunduğu sevgisizlik ortamıdır. Erken yaşında yetişkin olmaya zorlanan Mouchette için zaman, mekân ve uzam farklı bir biçimde algılanır. Bresson’un filmi dış gerçekliğin boğucu etkisini Mouchette’nin içsel yaşantısındaki değişimler üzerinden aktarır.
Reha Erdem’in Hayat Var (2008) filminde de, Mouchette ile Hayat arasında pek çok benzerlik vardır. Hayat’ın annesi, babasını aldatarak başka bir adamla birlikte olur. Baba ise iktidarsız ve ilgisizdir. Evde bir de bakıma muhtaç hasta dede vardır. Hayat, genç bir kız olmaya başlarken öte yandan hem işlevsiz ailesine bakmak zorundadır hem de okulda, dışarıda ve mahallede karşılaştığı insanların tacizlerine ve zorbalıklarına karşı koymaya çalışır. Reha Erdem’in filmiyle Bresson’un filmi arasındaki temel farklılık ise, gerçeklik algısında ortaya çıkar. Bresson açık bir biçimde Mouchette’nin içinde bulunduğu durum ve toplumsal yaşam arasında bir paralellik kurar ve Mouchette’nin durumunu toplumsal bağlamın dışarısında değerlendirmemizi imkânsız kılar. Erdem ise, gerçekliği kendi süzgecinden geçirerek Hayat’ın yaşadığı dünyayı bir tür “hayal dünyasına” evriltir. Hayat’ın yaşadığı dünya da Mouchette’ninki gibi serttir. Ancak Erdem’in mekân ve ses tasarımı bizi gerçeklikten uzaklaştırarak Hayat’ın bilinçaltına yönlendirir. Filmdeki arka plan gerek akan görüntüleriyle gerekse de işitsel varlığıyla sınırlarını Hayat’ın çizdiği, Hayat isterse her türlü şeye dönüşebilecek bir özelliğe sahiptir. Filmin mekân ve ses tasarımına ek olarak, kurgusu da bizi İstanbul’un gerçekliğinden uzaklaştırarak Hayat’ın ritmine ve dünya algısına yönlendirir. Planlar, ana akım sinemadaki genel konvansiyonlara uygun bir biçimde mantıksal olarak birleşmek yerine, yeni bir zaman ve mekân inşa etmek üzerine şekillenir. Bu dünya her planı, her rengi, her sesi, her adımıyla Hayat’ın dünyasıdır; bu dünyada İstanbul’un gerçekliğinden çok Hayat’ın kendisi vardır.
Bresson filminde Dostoyevskiyen bir çerçeve çizerek Mouchette’nin yazgısı üzerinde toplum olarak herkesin etkisi olduğunu, toplumsal bağlamdan kopuk bir şekilde Mouchette’nin kaderinin okunamayacağını hatırlatır. Erdem ise iyi/kötü, doğru/yanlış, haklı/haksız gibi kavramlara girerek toplumsal bir bağlam üzerinden karakterini seyirciye aktarmak yerine içerikten, toplumsal, ahlaki, etik bağlamlardan çok içsel dünyadaki değişim ve yoksunlukla ilgilenir.
Hayat Var’dan Koca Dünya’ya
Yönetmen son filmi Koca Dünya’da da Hayat Var’ın devamı olarak nitelendirilebilecek iki karakterin peşinden gider. Yetimhanede büyümüş Ali ve Zuhal isminde iki gencin metropol yaşamından kaçarak bir ormana sığınmalarının hikâye edildiği filmde, Ali’nin Zuhal’i tacizlerden kurtararak korunaklı bir alana götürmesiyle Hayat Var’la Koca Dünya arasında bir paralellik ortaya çıkar. Koca Dünya’da, Hayat Var’ın bitiminde tekneyle denize açılan iki gencin hikâyesinin devam ettiği hissiyatı yaratılır. İsimleri, geldikleri yer ve hikâyeleri farklı olsa da gençlerin makûs talihleri benzerlikler taşır. Zuhal, yetimhaneden sonra gittiği evdeki baba tarafından tacize uğrar. Şiddet görür, sindirilir. Hem Ali hem de Zuhal için yoksunluk belirleyici bir özelliktir. Birbirleri dışında tutunacakları kimseleri yoktur.
Doğa ise, filmde iki karakterin kendi dünyalarını kurmalarına imkân sağlayan bir hayal âlemine dönüşür. Hayat Var’ın kara ile deniz arasında kalmış neredeyse masalsı mekânında ya da Jîn’deki (2013) karakteri dış dünyadan izole eden ormanında olduğu gibi, Koca Dünya’da da doğa karakterlerin tek varolabildikleri alandır. Filmin kurgusu da seyirciye ana mekânın burası olduğu duygusunu verir. Filmin başında Ali’nin Zuhal’i kaldığı evden kurtararak götürdüğü sahnede, iki karakteri motosiklet üzerinde şehirden kaçarken görürüz. Gecenin karanlığında otoyol ışıkları altında ıssız yollarda ilerleyen ikilinin yolculuklarında filmin tematik müziği yavaş yavaş belirginleşmeye başlar. Sonraki planda drone çekimiyle karakterlerin otoyoldaki yolculuklarına yukarıdan bakarız. Şehrin gürültüsü, fabrika bacaları ve karanlık, karakterlerin arkasında kalmıştır; karakterler yeni bir başlangıç ve özgürlük için bir kaçıştadır. Drone çekimleriyle birlikte seyirci de karakterler gibi kaçış hissiyatının içerisine girer. Sonrasında ise filmin ismi ekrana bindirilir ve Ali ve Zuhal’in şehir hayatındaki kısa bölümleri bir prolog olarak anlatılmış hissiyatı verilir. Filmin esas mekânı ve ilgilendiği dünya, aslında yetişkinlerin ve kentin keşmekeş içerisindeki katı bir gerçeklikle örülü dünyasından ziyade ikilinin sığındığı doğadır.
Doğa, aynı zamanda Zuhal için A Ay’daki (1988) Yekta gibi bir tür düşsel yuvaya da dönüşür. Dış dünyanın gerçekliğinde anlamsızlık olarak adlandırılabilecek pek çok şey Zuhal’in dünyasında anlamlı bir işarete dönüşebilir. Örneğin Zuhal’in gördüğü babasını arayan yaşlı kadın ilk başta anlamsız ve nedensiz bir şekilde film evreninde birdenbire varolur. Aynı şekilde annesini arayan “deli” oğlan da… Ama sonradan karakterlerin kayıplarıyla bu karakterler arasında bilinçdışı bir ilişki olduğunu fark ederiz. Tıpkı keçi ve öküzde olduğu gibi… Hayat Var’da annesinin gidişine sessiz kalan Hayat’ın daha sonra sürekli parmağını emmesi, yattığı pozisyon, çıkardığı sesler kaybı ve kaybın oluşturduğu boşluğu işaret ettiği gibi, Koca Dünya’da da karakterlerin kayıpları ve kimsesizlikleri bilinçdışına taşan çeşitli sahnelerle hissettirilir. Zuhal’in hastalandıktan ve kusmaya başladıktan sonra keçiyle konuşması, anlamsız bir sahnelemeden çok bastırılan baba yokluğunu gösterir gibidir. Filmin sonlarına doğru ortaya çıkan mizansenler belirli duyguların varlığını ve çok derinlere gömüldüğünü bizlere hatırlatır.
Karakterlerin mekânla kurdukları ilişki ve görsel yapının neredeyse gerçeküstü özellikler taşıyarak aktarılması Reha Erdem sinemasındaki masalsı ve düşsel atmosferi öne çıkartırken, filmle kurduğumuz ilişkide bizi yönlendirici bir unsura dönüşür. Hayat Var’da olduğu gibi Koca Dünya da toplumsal gerçeklik üzerinden karakterleri yorumlamamızı engeller; gerçekliğe direnerek düşsellikte ısrar eder. Erdem için mantıksal bir çerçeveden çok filmle kurulacak duygusal ilişki önem taşır. O yüzden de seyircinin bir Derviş Zaim ya da Zeki Demirkubuz filmiyle Reha Erdem filmi arasında kurduğu ilişki aynı değildir. Diğer tarafta yönetmenler toplumsal gerçeklik bağlamında karakterler yaratarak, karakterler üzerinden çeşitli olay, olgu ya da kavramları tartışırken, Erdem’in filmleri bize tartışacak, düşünecek ya da sorgulayacak unsurlardan çok yapay bir dünya sunar. Gerçekliğin her şekilde eğilip büküldüğü, çeşitli travmatik deneyimlerin farklı katmanlarda yeniden üretildiği, plastiğiyle, tasarımıyla dikkat çeken yapay bir dünyadır bu. Bazı yönetmenler toplumsal bağlam içerisinden insanı ve insani durumları tanımlarken, Erdem sineması yapıntı bir dünya üzerinden varoluşunu anlamlandırma konusunda tereddütler yaşayan ve toplumsal normların dışarısında, hayallerin dünyasında ve zamanında yaşayan karakterler üzerinden bunu yapmaya çalışır. Erdem’in karakterlerinin nasıl insan olunur sorusuna verecekleri net yanıtlar yoktur; ancak hep arka planda bir sevgi arayışı içerisinde olduklarını görürüz. Koca Dünya da bu halkanın bir devamı niteliğindedir. Bu nedenle belki de filmdeki en sahici anlar bir travestiyle birlikte olan erkeğin ona saçlarının güzel olduğunu söylemesi, Ali’nin panayırdaki hayat kadınına tutulması, Ali’yle Zuhal’in birbirlerine sarılarak uyudukları anlardır. Reha Erdem’in kamerası koca dünya içerisinde anlam yaratan en değerli anlara odaklanarak inşasını onlar üzerinden gerçekleştirir. Kara ile deniz, gerçek ile hayal, çocukluk ile yetişkinlik arasında sıkışan karakterleri belki de en iyi ifade eden anların anlatısıdır bir anlamda.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com
[…] Barış Saydam: Karakterlerin mekânla kurdukları ilişki ve görsel yapının neredeyse gerçeküstü özellikler taşıyarak aktarılması Reha Erdem sinemasındaki masalsı ve düşsel atmosferi öne çıkartırken, filmle kurduğumuz ilişkide bizi yönlendirici bir unsura dönüşür. Hayat Var’da olduğu gibi Koca Dünya da toplumsal gerçeklik üzerinden karakterleri yorumlamamızı engeller; gerçekliğe direnerek düşsellikte ısrar eder. Erdem için mantıksal bir çerçeveden çok filmle kurulacak duygusal ilişki önem taşır. Devamını Oku […]