“İntikam duygusu bastırılırsa, ciddi bunalımlarla karşı karşıya kalır insan. Birçok dengesizlik uzun süre ertelenmiş bir intikamdan kaynaklanır. Patlamasını bilelim! Her türlü huzursuzluk, birikmiş öfkenin yarattığı huzursuzluktan daha sağlıklıdır.”
(Emil Michel Cioran)
2007 yılında Madrid’de dört kişi tarafından bir mücevher mağazasına soygun düzenlenir. Soyguncular mağazayı soyup bir kişiyi öldürdükten sonra alarm paniğiyle dağılıp kaçmayı başarsalar da, şoför olarak tuttukları Curro yakalanıp 8 yıla mahkum edilir. Curro’nun kız arkadaşı Ana ve oğlu onun hapse çıkmasını beklemektedirler. Bu arada Ana ve erkek kardeşi Juanjo’nun işlettiği barın müdavimlerinden biri olan gizemli José’nin Ana’ya ilgisi vardır. José’yi sıkıntılı hayatından kurtulmak için bir umut olarak gören Ana, öte yandan Ana ile yeni bir hayata başlama umuduyla hapisten çıkan Curro, 8 yılın sonunda acı gerçeklerle yüzleşeceklerdir. Kağıt üzerinde gayet sıradan bir konuya sahip olan Tarde para la ira (The Fury Of A Patient Man), İspanyol oyuncu Raúl Arévalo’nun senaryosunu David Pulido ile beraber yazdığı, kendisinin yönettiği bir ilk film.
Kağıt üzerinde sıradan bir konusu olması veya bir aktörün yönettiği ilk film olması Tarde para la ira’nın 2016’nın en iyi filmlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zira Arévalo, hikayeyi ve yönetimi kağıt üzerinde olduğu gibi bırakmayıp umulmadık yönlere çekerek çok güçlü bir intikam / yol filmi çekiyor. Soygun suçu üzerine kaldığı için 8 yıl yatan, çıktığında sevgilisi Ana’yı eskisi kadar tutkulu bulmayan Curro’nun sertliği, Ana’nın yıpranmışlığı ve bunun doğal getirisi olan sadakatsizliği, José’nin Ana’yı sahiplenmesiyle ortaya karışık sıkıcı bir aşk üçgeni çağrışımı yapsa da, ilk yarım saatten sonra hikayenin bambaşka bir amacı olduğunu anlıyoruz. 8 yıl önceki soyguna dayanan bu amaç, filmin yörüngesini tavizsiz bir insan avına, karakterler arası dramatik açmazlara ve kederli bir şehir westernine çeviriyor. Bu üç ana karakterin hepsine önemli bedeller ödetmiş olan Arévalo, intikam olgusu bünyesindeki bireysel adalet anlayışını es geçmediği gibi, bu olguyu adaletsizlikle ödeşmek adına gergin bir tonda işliyor.
Raúl Arévalo, José özelinde bağışlayıcı olma konusundaki kıstaslarında ne kadar katı görünse de, tasarladığı olay örgüsünün José lehinde belli bir adalet duygusu var. Mesela soygundaki fonksiyonu gereği cezasını çekmiş olan Curro, bu yüzden gizemli ve ketum José’nin otel odasındaki açıklamasını hak ediyor. Zaten Curro’nun filmdeki konumu, José gibi zor ve hedefe kilitlenmiş bir adamın motivasyonlarını su yüzüne çıkarabilmek için denge unsuru sayılabilir. Hatta bu konum, o soygunun bir parçası olması ile cezasını çekmiş olması arasındaki Araf halini José nazarında hep belirsiz bırakarak ayrı bir gerilim kanalı da açıyor. José’nin yitirdiği merhamet duygusu ise finalde müthiş bir hamleyle José, Curro ve Ana üçgeninin her üç açısını da uzun uzun düşündürecek, sadece finale değil, tüm filmin yıkık dökük ruh haline uygun düşecek bir adalet sağlamaya çalışıyor. Bunu başarıyor da. Flashback yerine güvenlik kamerası veya video kaset görüntüleri kullanacak kadar filmin doğal akışına sadık bir yol tutan Arévalo, görünürdeki bir intikam klişesinden zekice bir dram kimliği yaratıyor.
Başta İspanya’nın en saygın festivali olan Goya ödüllerinde aday olduğu 11 daldan En İyi Film, Orijinal Senaryo, Yeni Yönetmen, Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleriyle ayrılan, İspanyol sinema yazarları birliğinin (CEC) ve diğer tüm festivallerinin gözdesi olan Tarde para la ira, üç başrol oyuncusu olan Antonio de la Torre, Luis Callejo ve Ruth Díaz’ın (ki kendisi Venedik Film Festivali’nin “Venice Horizons” seçkisinde En İyi Kadın Oyuncu seçilmişti) güçlü performanslarına çok şey borçlu. İspanyol sinemasının tecrübeli aktörlerinden Manolo Solo da filmdeki kısa rolüyle göz dolduruyor. Bir yanıyla Avrupa ve Amerikan bağımsız karışımı bir ton tutturan, bir yanıyla da Güney Kore intikam sinemasına İspanya’dan dişli bir cevap sayılabilecek film, eski western film isimlerini andıran ismiyle sabırlı bir adamın öfkesine ortak olmamızı ve onunla kurduğumuz empatiyle başbaşa kalmamızı sağlıyor.
Osman Danacı
odanac@gmail.com