Ana sayfa 2010'lar 2016 Frantz

Frantz

1790
0

1.Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra, yenik devletlerden Almanya için hem maddi, hem de manevi kayıpların büyük olduğu zor bir süreç başlamıştır. Yaralarını sarmakta olan sakin Quedlinburg kasabasında yaşayan Anna, Fransız cephesinde nişanlısı Frantz’ı kaybetmenin üzüntüsünü henüz atlatabilmiş değildir. Frantz’ın ebeveynleri Hoffmeister’lar Anna’yı kendi öz kızları gibi sahiplenmişlerdir. Günün birinde Anna, Frantz’ın mezarı başında ağlayan genç bir adam görür. Kasabaya yeni gelen Adrien Rivoire adındaki bu gizemli Fransız, Frantz’ın Paris’te yaşadığı günlerden tanıdığı çok yakın bir arkadaşı olduğunu söyler ve kısa zamanda hem Anna’nın, hem de Frantz’ın anne – babasının yakın dostu olur. Ancak sırlarla dolu bu ürkek genç adamın Frantz ile ilgili anlattıkları kadar, anlatamadığı şeyler de vardır.

Fransa’nın dünya sinemasına kazandırdığı en büyük değerlerden biri olan François Ozon’un, senaryosunu Philippe Piazzo’dan yardım alarak yazdığı Fransa / Almanya ortak yapımı Frantz’da yine dantel gibi işlediği ikilemleri, ilginç karakter dönüşümlerini, karmaşık aşk çıkmazlarını işlemeyi sürdürüyor. Ozon’un bunları kimi zaman ana akım dramatik yapıların sürükleyiciliğine sahip kendi atmosferinde, kimi zaman sinema sanatının “sanat” algısını güçlendiren bünyesinde, çoğu zaman da bu iki iklimi harmanlayarak ele alan bir tarzı var. Kompozisyonlarını yazarken, önce seyirciyi kendine bağlamayı amaçlayan etkili bir giriş yapıyor. Gelişme bölümünde hikayenin çeperlerini dağılmadan genişlettiği gibi, Frantz’da da gördüğümüz üzere ince ince oluşturduğu sır perdesini bazen erkenden, bazen de sindire sindire açıyor. Bu perdenin sonuç bölümünde açılması beklenir. Mesela ortalara doğru Adrien ile Anna’nın gece mezarlıkta geçen sahnesi bazı yönetmenler için finalden önceki son çıkıştır. Hatta bu gibi durumlarda filmi lastik gibi uzatıp finali de o sahnede yapmak isteyen bile çıkabilir.

Fakat Ozon, Adrian’ın sırrını ifşa etmeden önce seyirciye çeşitli teoriler ürettirip, bunlardan birini malum sır olarak açıkladıktan sonra da filmi sürdürmeyi istiyor. Çünkü bu sır sonrasında filmin gideceği yerin belirsizliği, onu daha gizemli, daha romantik, daha dramatik bir yola sokuyor. Frantz’ı bu sırdan önce ve sonra olarak ikiye ayırmak da mümkün. Üstelik filmin savaş sonrası dinginlik içinde müzik, edebiyat ve resim sanatlarıyla yoğrulmuş yapısının bu vicdan, dürüstlük, bağışlama, aşk, keder, umut ve hüsran hikayesiyle adaptasyonu, Frantz’ı tek bir duyguya hapsetmiyor. Tüm bu duygular siyah beyaz estetik içinde kendine çok kolay yol buluyor. Flashbacklerin ve bazı sahnelerin renklenmesi de filmin melankolisini güçlendiriyor. Siyah beyaz yapı, aynı zamanda kostümlerden ve mekanlardan destek alarak, filme sahip olması gereken tarihi dokuyu layığıyla katıyor.

Ozon’un son filmleri Jeune & Jolie ve Une nouvelle amie’de de beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Pascal Marti, yine ara sıra başvurduğu besteci Philippe Rombi, filmin şahane sanat yönetimine katkı sağlayan önemli isimler. Anna rolündeki Alman aktris Paula Beer’in başarılı oyunuyla sürüklediği Frantz, ilginç yüz yapısını tedirgin bir performansa uydurmakta sıkıntı çekmeyen Fransız Pierre Niney ile mesafeli bir kimya içeriyor. Bu mesafe algısı görece olmakla birlikte, sembolize ettikleri soyut kavramların ve sosyal konumlarının örtüşememesi sonucu ortaya çıkan doğallıkta. Zaten Ozon, filmi olması gereken en anlamlı biçimde sonlandırıyor. Gerek hikaye anlatımı, gerekse yönetim anlamında her filmine kendi geniş vizyonunu katan ama buna rağmen filmleri arasında fark yaratmasını bilen François Ozon (mesela bir önceki filmi Une nouvelle amie ile Frantz’ın aynı kişinin elinden çıktığını anlamak kolay sayılmaz), her yıl çektiği bir film sayesinde başkalarının hayatlarıyla seyircilere çok boyutlu aynalar tutmaya devam ediyor.

Osman Danacı

odanac@gmail.com

 

Önceki makale28. Ankara Film Festivali Ulusal Yarışma Değerlendirmesi
Sonraki makalePaterson
İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Sinema, müzik ve edebiyat, ilgi alanı olmaktan öteye geçmiş, yaşam biçimi olmuş. Geçmişinde radyo programı, bir gazetenin Pazar ekinde albüm eleştirmenliği ve amatör fotoğrafçılık yapmışlığı var. Öğrenciyken Shakespeare, Wordsworth, Austen, Hardy, Lawrence okumanın, Virginia Woolf üzerine bitirme tezi vermenin, önüne gelen her albümü dinlemenin, özellikle 80'leri ve 90'ları türlü komikliği ve dramatikliğiyle yaşamanın sonucu doğan yazma ihtiyacını sinema ve müziğin bünyesinde anlamlandırmaya çalışıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Please enter your comment!
Please enter your name here