Erhan Tuncer’in yönetmenliğini yaptığı Ağustos Böcekleri ve Karıncalar isminden başlayarak içerisinde çeşitli ters köşeleri barındıran, son dönem Türk sinemasında fazla örneğine rastlamadığımız zekice yazılmış, bütçesi cüzi olmasına rağmen anlatım olarak klasik sinemanın kalıplarını kullanan şaşırtıcı bir yapım. Film, işlevsiz bir çekirdek aile anlatısı şeklinde başlıyor ve ilerliyor. Ancak filmi ilginç yapan unsur sadece finalde yaşananlar değil. Tam tersine, yönetmenin seyirciyi finale kadar tedirgin edici bir patlama anına doğru başarılı bir şekilde hazırlaması ve bunu iyi yazılmış, derinlik kazanan birden fazla karakterle gerçekleştirmesi…
Çizgisel bir anlatıyla karakterlerin yaşadıklarının eşzamanlı ekrana taşınması ya da klasik sinemanın sıkça tercih ettiği bir dış ses anlatısı yerine, film hikâyesini anlatırken Kemal karakterinin yaptığı söyleşiyi merkezine alıyor. Söyleşideki kayıt cihazı, bir nevi ailenin de kara kutusuna dönüşerek sembolik bir anlam kazanıyor. Kayıt cihazı üzerinden Kemal’in anlattıklarıyla inşa edilen hikâyeyle birlikte işlevsizleşen çekirdek ailenin fertleri arasındaki husumetler ortaya çıkıyor. Söyleşi üzerinden anlatının şekillendirilmesi, hikâyeye ritim kazandırdığı gibi geri dönüşlerle yapılan vurguların da bir yerden sonra tekdüzeleşmesinin önüne geçiyor. Ancak bu yapının filme en büyük etkisi, söyleşi sırasında Kemal karakterinin nüanslarıyla birlikte hikâyenin gidişatı konusunda seyirciyi hazırlaması oluyor. Filmin klasik bir drama olmasını engelleyerek filme bir gerilim unsuru ekliyor. Bu ufak buluş, filmde Polanski ya da Chabrol gibi Hitchcock’un haleflerinin filmlerine benzer şekilde gerilimli bir atmosferin yaratılmasını da sağlıyor.
Filmin seyirciyi elinde tutmasının sebeplerinden biri de mekân kullanımı ve kamera tercihleri… Film, son derece küçük, dar ve klostrofobik bir evde geçiyor. Yönetmenin dar açılı lensler kullanarak karakterlerindeki nüansları yakalamaya çalışan kamera hareketleri evi daha da küçülterek, âdeta tüm mekânın tek bir odadan ibaretmiş gibi gözükmesini sağlıyor. Buna karşılık, Kemal’in söyleşiyi yaptığı mekân ise son derece geniş ve ferah bir mekân. Karakterler neredeyse evin içinde birbirleriyle burun buruna geliyorlar, ancak geçmişi bastırma ve üzerini örtme gibi eylemleri tercih ettikleri için birbirleriyle anlaşamıyorlar. Diğer tarafta ise Kemal her şeyi itiraf ederek bastırma yerine yüzleşmeyi tercih ettiği için bir rahatlama yaşıyor. Mekânlar karakterlerin ve hikâyenin gidişatını seyirciye aktarırken, metaforik bir işlev yükleniyorlar. Karakterlerin yaşadıkları değişimi ve gittikleri yönü seyirciye hissettiriyorlar.
Filmin bir oda tiyatrosu gibi bir grup insanın aralarındaki diyaloglar üzerinden derinlere gömülen, gizli kalmış gerçekleri ortaya çıkardığını ve seyircinin özdeşleştiği karakterlerle birlikte kendisini de bir yüzleşmeye tabi tuttuğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan, yönetmen Erhan Tuncer tavizsiz bir biçimde sonuna kadar karakterlerini ve aynı zamanda seyirciyi de zorluyor ve bastırılanla yüzleşmeye davet ediyor. Bunu yaparken de gerilimli bir atmosfer yaratarak seyircinin hikâyeden uzaklaşmasını engellemeye çalışıyor. Karakterlerin birbirleriyle etkileşimleri ve yaşanan değişim özellikle güçlü oyunculuklarla birlikte işlevsel bir boyut kazanıyor. Filmin finalindeki ters köşe de, aslında seyirci olarak belki de insan doğasındaki karanlık tarafla bizleri yüz yüze bırakıyor. Bu açıdan bakıldığında, Ağustos Böcekleri ve Karıncalar ismindeki öykü gibi naif bir yerde durmuyor. Tam tersine, son derece karamsar ve sert bir finali tercih ediyor. Gerçek hayatın masallarda ve öykülerdeki gibi olmadığını yüzümüze çarpıyor.
Belki henüz yolun başındaki genç bir yönetmenin çektiği bir film için final fazla karamsar bulunabilir. Filmdeki diyaloglar, özellikle de karakterlerin uzun plan sekanslar eşliğindeki monologları, gereğinden uzun tutulduğu ve zaman zaman seyirciyi yorduğu ifade edilebilir ancak bu gibi unsurların ötesinde filmin taşıdığı potansiyeli de es geçmemekte fayda var. Ağustos Böcekleri ve Karıncalar, işlevsiz bir çekirdek aile anlatısını minimalist bir üslupla anlatmak yerine klasik sinemayla anlatmayı tercih ediyor. Belki daha az konuşsa, daha fazla gösterse çok daha iyi olabilirmiş; yine de netice itibariyle izlediğimiz film geçtiğimiz yılın ödüllü ve ezber filmlerinin aksine daha yüksek bir potansiyel barındırıyor.
Barış Saydam
bar_saydam@hotmail.com