Televizyon kökenli Amerikalı komedyen Jordan Peele’in yazıp yönettiği ilk film olan Get Out, genç fotoğrafçı Chris’in, kız arkadaşı Rose’un davetlisi olarak hafta sonunu geçirmek üzere Armitage ailesinin malikanesine konuk olması ve yaşadığı tuhaf olayları işleyen bir psikolojik gerilim. Siyah Chris ve beyaz Rose’un ilişkisinin bir sonraki aşaması olan Rose’un beyaz ailesiyle tanışma süreci, daha en başından seyirciyi hassas ırksal dengeler üzerinden bir gerilim havasına sokmayı başarıyor. Sevgilisinin bu konudaki rahatlatıcı tavrına rağmen Chris’in rahatsızlığı seyirciye de yansımakta gecikmiyor. Chris’in güvenlikçi kankası Rod’un bu ziyaretten hoşnut olmaması, Rose’un yolda bir geyiğe çarparak ölümüne sebep olması, bu kaza nedeniyle olay yerine gelen beyaz polisin Chris’e karşı tutumu, Rose’un da bu polise karşı tutumu filmin varmak istediği noktaya giden yol üzerindeki birçok duraktan sadece birkaçı.
Varlıklı ebeveynler Dean ve Missy Armitage’ın Chris’i önyargılardan uzak bir samimiyetle karşılamaları, Dean’in evdeki iki siyah yardımcı yüzünden dışarıya verdiği “zengin beyaz, siyah hizmetkarlar” imajından bile rahatsız olacak şekilde kendini ırkçılık karşıtı konumlandırışı, normal olmayan davranışlar sergileyen evin emektar siyah çalışanları Walter ve Georgina’ya sahip çıkışları, ortada tuhaf şeylerin döndüğüne dair şüphe tohumları ekiyor. İşte Peele’in yakaladığı en sağlam noktalardan biri de bu “benim siyah arkadaşlarım da var” zihniyetinin bilerek veya bilmeyerek yol açtığı ötekileştirme ayrıntıları. Adım adım Chris’in etrafındaki bu garipliklerden bir gerilim halkası yaratan, giderek bunu genişleten, özellikle büyük malikane partisinde yaşananlarla Chris ile kurulan empati çıtasını yükselten Peele, Armitageların çözülme sürecine doğru yol alıyor. Chris’in fotoğrafları bulduğu bölümün basitliği haricinde bu süreci de halleden Peele, asıl meselesini kaşımaya başladığı av-avcı düzlemine giriş yapıyor.
Jordan Peele bu son bölümde klişelere bulaşmama iyi niyeti gösterse, bazı anlar başarılı olsa da, senaryosunun onu götürdüğü yere kadar direnip ister istemez bunlardan kaçamıyor. Örneğin cep telefonlarını elinden geldiğince çalışır halde tutmak istemesine rağmen, öldü sanılanın beklenmedik bir anda Chris’in üzerine atlaması basitliğine yenik düşmesi gibi gelgitler, bu son düzlüğü biraz aceleyle kotardığı düşüncesi oluşturuyor. Hipnoz olayını düşününce, onun yerine başka ne koyulabilirdi sorusuna cevap verilememesi işin bu yönüne fazla zarar vermiyor. Ama beyazların siyah ırkın fiziksel zindeliğine, spor ve müzikteki ustalıklarına imreniyor olmalarından hareketle, yanlış ellerde bu imrenişin sapkın bir sahiplenme güdüsüne yol açabileceğine ilişkin saptamasını filmleştirmek isteyen Peele, dönüp dolaşıp hem aceleye gelen, hem de benzer filmlerdeki tahmin edilirliklere prim veren final bölümünü daha akılda kalıcı hale getirebilirdi. Hatta genel olarak Chris rolünde rol ve mimik bilmez Daniel Kaluuya yerine daha ruhu olan bir oyuncu seçebilirdi. Yine de bir ilk filme göre Jordan Peele’in bir senarist/yönetmen olarak ümit verdiği söylenebilir.
Osman Danacı
odanac@gmail.com