Kill List (2011), Sightseers (2012), A Field In England (2013), High-Rise (2015) gibi farklı türlere ait filmler çekmeyi seven, deneyselliği, kara komediyi ve üretkenliği şiar edinmiş İngiliz yönetmen Ben Wheatley imzalı Free Fire, bu defa tek mekan aksiyon kara komedisi deneyerek takipçilerini şaşırtmıyor. 1978 yılında Boston’da geçen film, yasadışı silah anlaşması gerçekleştirmek üzere terk edilmiş büyükçe bir depoda buluşan iki çetenin gergin alışverişinin yoldan çıkması sonucu çatışmaya dönmesi üzerinden kendine bir yol çiziyor. İki tarafın daha ilk karşılaşmalarında birbirlerine negatif elektrik yüklemelerine rağmen, bir şekilde anlaşma yolunda gittiği sırada, her iki taraftan bir kişinin bir gece önce hiç iyi bitmeyen bir bar kavgasına karışmış olmalarını fark etmeleriyle fitili ateşlenen çatışma, beraberinde komik anları da beraberinde getiriyor. Üstelik çatışmaya dahil olan ve kimin ayarladığı belli olmayan iki keskin nişancıyla ortalık iyice alevleniyor. İki taraf için de karlı gibi görünen bir anlaşmanın, kıvılcımları iyi ayarlanmış küçük gerginlik ve atışmalarla bir anda hayatta kalma mücadelesine dönüşmesinden gayet eğlenceli bir film çıkaran Wheatley, yine fark arayışını konuşturarak olayı kendi kurgusallığı içinde gerçek zamanlı gibi işleyerek çılgın bir mühimmat partisine çeviriyor.
Çatışma başlar başlamaz, Ben Wheatley karakterleri birbirlerine çeşitli yerlerinden vurdurarak onların hareket kabiliyetlerini sınırlandırıyor. Böylece onları birer sürüngene çevirip hem depodan bir şekilde kaçmalarını önlemiş oluyor, hem de çevikliklerini ellerinden alarak hepsini eşit konuma getiriyor. Wheatley kendi hareket alanını bu şekilde daraltıp filmi bu dar alanda genişletmek isteyince, çete üyelerinin çatışma esnasında konum değiştirmelerinden, birbirlerine meydan okumalarından, atışmalarından ve tabi oralarını buralarını vurmalarından tuhaf bir mizah çıkarıyor. Tabii onun tarzını bilen seyirciler için bu pek tuhaf sayılmaz. Bir süre sonra bu dar alanın yarattığı tıkanıklığı açabilmek için oyuna soktuğu iki keskin nişancıyla hem aksiyonu çeşitlendiriyor, hem de sonlara doğru cevabını bulacak olan “bu keskin nişancıları kim tuttu” sorusu ile işe bir miktar sürpriz katmayı hesaplıyor. İşte Free Fire’ın girişi ve çığrından çıkışı ne kadar iyi planlanmışsa, hatta kan ve barut içinde, silah seslerinin komik meydan okumalara karıştığı çatışma sahneleri ne kadar salaş bir keyif barındırsa da, bir süre sonra tıkanıklık hissediliyor.
Bir gece önceki bar kavgası sebebiyle anlaşmanın kıyısından dönüp birbirine düşen iki çetenin, keskin nişancılar sayesinde her halükarda birbirine düşürüleceği fikri olsun, bu fitneyi kimin düşündüğü sürprizi olsun, her iki taraf için de deponun ofisindeki telefona ulaşıp yardım çağırma amacı olsun, filme ekstra bir enerji katmıyor. Karakterlerin birer birer mefta olacağını biliyor gibiyiz ancak bunun şekli şemali üzerine daha kalıcı ve cazip fikirler üretme konusunda fazla üstelememiş bir Ben Wheatley var sanki. Tabii demlenmesi için yıllara bırakılacak bir film olduğu da söylenebilir. Başta o komik Güney Afrika aksanıyla Sharlto Copley olmak üzere Cillian Murphy, Armie Hammer, Brie Larson, Sam Riley ve Wheatley’nin favori oyuncularından Michael Smiley’nin kimyaları da filme iyi uymuş denebilir. Yine Wheatley’nin kadrolu görüntü yönetmeni Laurie Rose’un varlığı, John Denver ve bir adet Creedence Clearwater Revival şarkısı (Run Through The Jungle) ile neşesini bulan filmin baş yapımcıları arasında Martin Scorsese’nin de olması filme nasıl bir artı katmış bilemiyoruz. Ama kendi artı ve eksileriyle eğlenceli bir 90 dakika söz konusu. En azından Ben Wheatley sevenler için.
Osman Danacı
odanac@gmail.com