Otistik belirtilen gösteren oğlu Aron ile sorunlar yaşayan avukat Iris, Aron’un okuldan bir hafta ceza alması üzerine onu annesi Ageeth’in evine götürür. Ageeth ise evi onlara bırakarak seyahate çıkar. Birgün eve gelen akvaryum uzmanından tesadüfen hiç görmediği bir ağabeyi olduğunu öğrenir. Annesine neden bunu sakladığını sormak istediğinde ise ona ulaşamaz. Yaptığı araştırma sonucunda, yıllar önce komşusunu ve komşusunun beş yaşındaki kızını öldürmek suçundan özel bir hapishanede olan otistik üvey ağabeyi Ray’in izini bulur. Ray’i tanıdıkça, davranış yönünden onun otistik oğlu Aron’a çok benzediğini fark eder ve ağabeyinin masum olduğunu düşünmeye başlar. Hem hapishanedeki Ray ile buluşmalarında, hem de araştırmalarını derinleştirdikçe, sırlarla ve sürprizlerle dolu geçmişte adım adım yol almaya başlar. Marion Pauw’un romanından Pauw’un yanı sıra Philip Delmaar, Diederik Van Rooijen, Simone Kome van Breugel gibi isimlerin senaryosunu yazdığı, bu isimlerden Diederik Van Rooijen’in yönettiği Daglicht, kaliteli ve sürükleyici bir romanın tüm özelliklerini taşıyan yapıda bir film.
Başlangıçta problemli oğlu Aron’un davranışları, gizemli annesi Ageeth ile ilişkisi ve avukat olarak üstlendiği varlıklı Benschop ailesinin porno film sektöründeki oğlu Peter’ın taciz davası ile karışık bir görüntü çizen film, buna bir de hiç bilinmeyen ağabey meselesini ekleyince hangi alana yöneleceğini merak ettiriyor. Ama kısa sürede bu parçaların, Iris’in masumiyetine inandığı ağabeyi Ray’in masumiyetini ispat etmek için izleyeceği yola hizmet ettiği anlaşılıyor. Iris’in Ray ile konuşmaları ve gerçeği arayış yolculuğuna flashbacklerle serpiştirilen Ray’in hikayesi filmin boyutunu değiştirdiği gibi, Aron’un yapmayı sevdiği puzzleları da andırmaya başlıyor. Ray’in bu cinayetleri işleyip işlemediği, işlediyse onun gibi naif birinin neden böyle canice birşey yaptığı, işlemediyse onları kimin öldürdüğü gibi soruları zekice kafalarda döndüren, yan karakterlerle bu sorulara başkalarını ekleyen senaryo, bazı olayları oldu bittiye getirse de finale kadar bu soruları sordurmayı sürdürüyor.
Bu kadar çabadan sonra sürpriz bir finalin bizi beklediği de sürpriz sayılmaz. Tabii o finale kadar her seyirci kendi teorisini bir şekilde üretmiş oluyor. Fakat son ve güçlü bir flashback ile açığa çıkan gerçek bu kadar öngörülemez olunca, zaten o ana dek çok iyi geliştirilmiş olan bu hikayeye yakışır biçimde bitirilmesi filmin duygusal yönünü bir kat daha arttırıyor. Bu sonu tahmin eden çıkar mı bilinmez. Ancak tahmin edemeyenler için gerçekten güçlü bir uyanış anı taşıyor ki, bu an hem görüntüleriyle, hem de müzikleriyle duygu yoğunluğu taşıyor. En başta Ray rolündeki Fedja van Huêt olmak üzere, Iris rolündeki Angela Schijf ve Hollanda sinema ve televizyonunun tecrübeli aktrislerinden Monique van de Ven’in hem filmin dokusuna uygun biçimde kimi zaman mesafeli ama etkili performansları da filme farklı açılar katıyor. Hollywood’un henüz neyse ki farkına varmadığı, varmaması gerektiği bu çarpıcı hikaye, ola ki birgün yeniden uyarlanırsa bile ilk tercihimiz mutlaka Daglicht olmalı.
Osman Danacı
odanac@gmail.com