Marvel ve DC arasındaki ezeli rekabet tüm hızıyla sürmekte. Bir Marvel All-Star filmi olacak Avengers: Infinity War için nefesler tutulmuşken, Marvel’in güçlü Thor: Ragnarok kartına DC’ nin cevabı Justice League oldu. Üstelik ilk iki Avengers filminin yazar/yönetmeni Joss Whedon’un senaryo katkılarıyla. Batman v Superman: Dawn Of Justice’ın senaristi Chris Terrio’nun yanında görevlendirilen Whedon tercihi gösteriyor ki, hem bu filme bağlantılı olarak büyük birleşme gerçekleşsin, hem de bu birlik Avengers kimyası yakalasın. Zira Avengers öncesi, tıpkı yıldız futbolcularla dolu bir takımı nasıl idare edeceği merak konusu olan teknik direktörler gibi, süper kahramanları tek bir filmde toplayan Whedon’un performansı önemliydi. Whedon bu işi iyi yönetince DC’nin Justice League birleşmesi için Whedon transferi gerçekleşti. Fakat birleşme öncesindeki solo filmler de önemli olduğundan burada Marvel’in üstünlüğü göze çarpıyordu. Whedon, yazıp yönettiği filmlerde iyi bir kimya yakalarken, DC’den sorumlu Zack Snyder, Man Of Steel ve Dawn Of Justice ile Superman’e itibar kazandırmaya, Nolan sonrası Batman’e cila çekmeye, Patty Jenkins’in yönettiği Wonder Woman’ı geniş kitlelere yaymaya çalışıyordu. Kanımca bunların hiçbirinde tam başarı sağlayamayıp klişelere teslim filmlerle DC evrenini bir türlü parlatamadı.
Oysa aynı Zack Snyder, 2009’da iki deneyimsiz senaristin revize ettiği Watchmen ile 300 sonrası yine harika bir iş çıkarmış, hiçbirinin solo filmi bulunmayan beş arızalı süper (!) kahramandan ezber bozan bir birleşme filmi meydana getirmişti. O filmin gerektirdiği polisiye örgüye, felsefi derinliğe, kara mizaha hakim bir örnek ortaya koyan Snyder, Marvel karşısında DC’yi hüsrana uğratmamak adına kendi vizyonundan ödün veren filmler çekmeye, çekenleri finanse etmeye başladı. Superman’in ölümü sonrası Bruce Wayne’in yaklaşan yeni bir tehlike karşısında güçlü bir birlik kurmak için harekete geçmesiyle başlayan Justice League, Wonder Woman’ı cepte sayıp birliğin diğer üç üyesi olan Aquaman, Flash ve Cyborg’u bir an önce seyirciye benimsetme misyonu üstleniyor. Bu üç yeni DC kahramanının soloları 2020’ye bırakılmış. Yani ortada ciddi bir zamanlama hatası var. Haliyle Justice League’in ilk yarısında onların hikayelerini özet geçmek zorunda hisseden ve bu uğurda kurgusal acelecilik, özensizlik, düzensizlik içine düşen Terrio, Whedon, Snyder üçlüsü, sanki apar topar vazifeye çağırılmış kötü adam Steppenwolf’un hangi amaca hizmet ettiği tam olarak anlaşılamayan “evrenin çeşitli yerlerinde korunan gizemli kutuları toplayıp onlardan yenilmez bir güç yaratma” misyonuna engel olma yönünde ekibi şekillendirmeye çalışıyorlar. Tabii tıpkı Loki’nin, Ultron’un veya Hela’nın olduğu gibi Steppenwolf’un da ucubelerden kurulu bir ordusu var. Zaten bu ordular olmazsa süper kahramanların bireysel yeteneklerini sergileyebilecekleri aksiyon sekansları oluşturmak zorlaşır.
Steppenwolf’u yeterince kötücül hale getirdiğini sanarak yoluna devam eden film, güç bela aynı ortamda topladığı bu ekibin olmazsa olmazı olan nazlanma, birbiriyle anlaşamama, güç yarıştırma, amaca kilitlenme ve diğer unsurları sürekli yüzeysel bırakarak ya da aceleye getirerek süreci iyice basitleştiriyor. Üstelik sıkıcı ergen Spiderman’ın DC’deki yansıması olan Flash, cool bir heavy metal figürden öteye geçemeyen Aquaman, en ufak bir özdeşlik kurma açığı bulunmayan Cyborg, Ben Affleck’in oynadığı Batman ve Gal Gadot’un süper güzelliğinden gerisi yalan olan Wonder Woman, bu haliyle düşmanla baş edemeyecek kadar çaresiz duruma düşüyorlar. Zaten öldüğüne kimsenin ihtimal vermediği Superman ile işin güç boyutunu da halleden ekibimizin düşmanı tokatlama adı verilen sekanslarını izlemeye başlıyoruz. Onun haricinde geriye zengin Bruce Wayne’in görgüsüzlüğünden veya Flash’in ergen hezeyanlarından espriler üretmeye çalışan, Aquaman’in potansiyelinden bir Thor fenomeni yaratamamış, senaryo derinliği sağlamayı hiç kafaya takmayan bir film kalıyor. Bir kere en baştan adında “adalet” bulunan bir süper kahraman oluşumunun adaletin tam olarak hangi kısmıyla hemhal olduğunu anlamak güç. Masum sivilleri dünya dışı güçlerden kurtararak adalet sağlamak diye aşırı zorlama bir durumdan söz ediliyorsa, neresinden tutsak elimizde kalır. Jeremy Irons, Diane Lane, J.K. Simmons, Amy Adams veya Ingvar Eggert Sigurðsson gibi isimleri bu filmde figüran olarak görmemizden ötürü bir adaletsizlik söyleminde bulunabiliriz belki.
Belli ki Zack Snyder bu işin peşini bırakmayacak, daha bir dolu DC filmi çekecek. Solo filmler vasat veya rezalet olabiliyor. Ama tüm kahramanların toplandığı Justice League’in öyle bir lüksü yoktu. Terrio, Whedon ve Snyder sanki varmış gibi rahat hareket etmişler. Ya da tam tersi, o lüksün olmadığı gerçeğinin altında kalmışlar. DC daha özgün olup, daha radikal kararlar alıp, riskli senaristler ve hatta Snyder dışında daha taze ve tutkulu bir yönetmenle (Thor: Ragnarok – Taika Waititi örneğinde olduğu gibi) bu Adalet Birliği’ni gerçekleştirebilirdi. Milyonlarca dolar harcamak her zaman işe yaramıyor. İşe yarar birkaç fikir, ezber bozan yaratıcı teknikler, güçlü bir mizah duygusu, iz bırakacak 1-2 sekans olmayınca Jason Momoa’nın karizması, Gal Gadot’un efsane güzelliği, Ezra Miller’ın sempatikliği havada öylece asılı kalıyor. Ben Affleck, Henry Cavill, Ray Fisher zaten dümdüz adamlar. Fakat bu saydığımız özelliklere sahip sağlam bir senaryo bile bu düz adamları hizaya koyabilirdi. James Gunn bunu bir özel efekt ürünü bir rakunla dahi yapabiliyorken Terrio ve Whedon’un:
Clark Kent: “Bizim ipotekli evi bankadan nasıl geri aldın?”
Bruce Wayne: “Bankayı satın aldım.”
şeklindeki diyalog seviyesine ne demeli bilmiyorum. İlk cümledeki ezeli rekabet benzetmesi boşuna değil. Fanatik DC hayranları filmi yere göğe sığdıramıyorlar. Oysa Justice League, Thor’un kendi solosunda kurduğu yan oluşum “Revengers” kadar bile olamayan bir film.
Osman Danacı
odanac@gmail.com