Oyuncu, senarist, yönetmen, yapımcı Greta Gerwig, daha önce Noah Baumbach, Joe Swanberg gibi indie isimlerle çeşitli ortaklıklar neticesinde bağımsız film çevrelerinin saygın isimlerinden biri haline gelmiş, daha çok oyunculuğu ile bilinen bir isim. 2012’de senaryosunu Baumbach ile birlikte yazdığı Frances Ha ile biraz daha geniş kitlelere ulaşan Gerwig, bu filmle hem senarist, hem de oyuncu olarak kendini ispatladı. Tabii bu durum ona bazı Hollywood yapımlarında yan roller getirdi. İlk defa tamamını kendisinin yazıp yönettiği Lady Bird ise otobiyografik özellikler taşıyan, “coming of age” filmler arasında şimdiden kendine sağlam bir yer edinen güçlü bir yapım. 18 yaşına az bir zaman kalan, kendine Lady Bird ismini takan Christine gibi Gerwig de Sacramento’da doğmuş, Katolik lisesinde okumuş, annesi de hemşireymiş. Tabii bu yapısal benzerliklerin yanında, Gerwig’in önceki filmlerinden bildiğimiz kadınsı bakış açısının duygusal ve toplumsal kimlik konumlandırmaları yine yoğun biçimde filmde görülmekte. Lady Bird ile bunlara ergenliğe veda öncesindeki bir genç kızın kendisi ve çevresiyle girdiği mücadele ekleniyor ki, önceki filmlerinde çoğu zaman satır aralarında dile gelen bu durum artık öncelikli bir konumda yer alıyor.
Ergenlik sancılarını komediden drama yapılan yumuşak geçişlerle geniş bir yelpazede ele alan Gerwig, özellikle katkı sağladığı Frances Ha ve Mistress America senaryolarında işlenen, kadının toplumdaki konumundan hareketle yine benzer şeyler ifade ediyor. Ama onun ifade ediş tarzı her zaman dinamik, sıkboğaz etmeden gerçekçi, olması gerektiği kadar alaycı, sömürüye kaçmadan hüzünlü olduğu için sevimliliğe ve ciddiyete aynı anda yoğunlaşabiliyor. Bu dengenin yarattığı özgürlüğü hemen yürürlüğe koyan, anlatacağı her detayı o özgür zemine serpiştiren Gerwig, her filminde baş kadın karakter ve onun etrafındaki diğer kadın karakterler, onun hayatına birer birer giren ve çıkan erkekler döngüsünde bir olgunlaşma süreci meydana getiriyor. Üniversite yıllarında sosyal ve duygusal yönden ayakta durma gayreti içindeki Frances, birkaç yıl öncesindeki Christine’in lise sonlarındaki haline benziyor. Anlatılanlar genel itibariyle böyle bir şablon çıkarsa da, o hikayelerdeki kişiler, olaylar, detaylar her yeni Gerwig filminde farklılaşarak, üzerine koyarak ilerliyor.
Greta Gerwig için baş karakterin büyük bir kaybeden olması çok önemli. Bunu Frances özelinde tecrübe etmiştik. Christine de onun kadar özel bir karakter. Dünya tatlısı babası, despot annesi, üvey kardeşi ve onun sevgilisiyle aynı evde, Sacramento standartlarında yoksul bir statüde hayatını sürdüren namı diğer Lady Bird’ün duygusal zekasını ve kişiliğini bir türlü senkronize edememesinden kaynaklanan problemlerle boğuşması, daha iyi bir hayat düşlemesi, buna rağmen elindekilerle yetinmeyi bilen bir olgunlukta olması, Gerwig’in kendisine yarattığı özgür senaryo alanı için çok iyi bir seçim. Özellikle lise yıllarında bazı ergenlerin kendilerine farklı bir isim takma takıntısına istinaden kendine Lady Bird (Uğur Böceği) diyen ve dedirten, ne var ki uğursuzlukların bir türlü yakasını bırakmadığı Christine, bu ironiyi dibine kadar yaşıyor. Aşk, bekaret, arkadaşlık, okul, iş, mezuniyet balosu hiçbiri onun istediği ve bizim olacağını düşündüğümüz klasik şekliyle olmuyor. Bu durum Lady Bird’ü hem komik, hem de hüzünlü durumlara sokuyor. Erkek arkadaşlar, ebeveynler ve olmazsa olmaz en iyi arkadaş, Katolik lisesi (ve onun türlü hocaları) üzerinden Christine’in normalleşememe sıkıntıları, Gerwig’in aslında normal, en önemlisi de özgür bir birey tanımına tam oturuyor.
Önceki filmlerde böylesi oradan oraya savrulan ruh hallerine sahip olan (ya da olmak zorunda bırakılan) karakterleri hep kendisi oynayan Greta Gerwig, Lady Bird rolünü bu defa İrlandalı genç oyuncu Saoirse Ronan’ın ellerine teslim etmiş. O da hem karakterini, hem de komple filmi sırtına alıp nereye giderse oraya götürmüş. En büyük çatışmaları yaşadığı annesi Marion, pamuk şekeri babası Larry, sevimli kankası Julie, farklı deneyimler yaşadığı erkek arkadaşları Danny ve Kyle, Lady Bird’ün farklı ruh hallerinin, aynı zamanda Atonement, Hanna, Brooklyn gibi yapımlarda kendini çoktan kanıtlamış Ronan’ın yeteneğinin sergilenmesine serbest alanlar yaratıyor. Ana karakterini var etmeyi, sevdirmeyi, yıpratmayı, oradan oraya savurmayı çok iyi bilen bir kaleme sahip Gerwig, dozunu kaçırmadığı feminizmini, mizah ve dram unsurlarına aynı değeri biçen anlatımını, yer yer Woody Allen’ı anımsatan temposunu bu defa ergenliğe veda etmek üzere olan Christine aracılığıyla (üstelik tek başına) temize çekiyor. Sayısız benzer filmde izlediğimiz sert hesaplaşmaların, mutlu kavuşma anlarının, kör göze parmak mesajların, sıkıcı nasihatlerin kimi zaman kurgusuyla, kimi zaman içerikleriyle oynayarak, seyirciye umduğu şeyi yüzde yüz vermiyor. Finali de belki bu yüzden geleneksel seyirci profili tarafından tatmin edici bulunmayabiliyor. Ama Greta Gerwig, kendine ait bu ilk filmiyle Noah Baumbach ve özellikle Frances Ha tarzına yakın ve uzak reflekslerden kendine bir tarz belirleyerek adeta gelecek güzel filmlerinin müjdesini veriyor.
Osman Danacı
odanac@gmail.com